23 Kasım 2013 Cumartesi

Kaderin Bağladıkları Joao de Deus Abadiania

Geçen yıl bu zamanlardı. Yine kızımın doğum günü zamanı, okuluna gittik doğum günü kutlamaya. İstediği prenses taçlı pastayı yaptırarak, bu tür şekerlemeden yapılan pastaları çok severim daima..Ben, Çağatay, annem,babam, Çağatayın bakıcı teyzesi Perihan..Ablasının sınıfına oğlumu götürdüğümde içim buruktu , oğlum doğduğundan itibaren süren burukluk, kızıma sevinirken,büyümesini sağlıkla yaşamda ilerlemesini ve başarılarını izlerken gözüm pastada bir gün oğlumda normal çocukların gittiği okullara gidebilecek mi ve benden bir prens pastası isteyebilecek yeteneğe sahip olabilecek mi diye…Sınıftaki haşarı oğlan çocuklarının birbirine attığı küçük tekmelere bakarken benim oğlum bacaklarını kullanabilecek mi diye soruyordum en buruk halimle Yaradana…….Bir yanım hayır olmaz derken diğer yanım ALİ İMRAN Suresini hatırlıyor : Seninle kanıt yarıştırmaya girerlerse şöyle söyle: "Ben yüzümü Allah'a teslim ettim. Bana uyanlar da." Kitap verilenlerle ümmîlere de sor: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim olurlarsa doğruya ve güzele kılavuzlanmışlardır. Yüz çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir. Allah, kullarını görmektedir.
Evet elimde iyileşebileceğine dair hiçbir kanıt yok ama kalbimde Allahın her şeyi verebileceği ile ilgili sesler var. Ne uzun uğraşlardayım ona bağlanabilmek için ve beni duyduğunu, yanımda olduğunu hissedebilmek için.
Sonra kızımın kocaman kalbine vuruldum. Danışanlarımdan duyuyorum, engelli aileleri olanlardan çocuklarının engelli kardeşlerinden utandığını evladım ne güzeldi sarmalıyordu kardeşini. Her buruk bakışımda anne sen Allaha inanmıyor musun, benim kardeşim iyileşecek diyerek. Bu durumdaki ailelerin sağlıklı çocukları ister istemez çabuk büyüyor ve olgunlaşıyor , evde matem havası varken çocukluklarını bazen tamamen unutarak ebevynlerine ebevyn olmaya uğraşıyorlar. Özellikle anne çocuk için yaşam kaynağıdır anne olmazsa çocuk yaşayamayacağını zanneder o yüzden anneyi yaşamda tutabilmek için gizliden bir çırpınışa giriyorlar. Tabi ki benim için bir tane tamamen sağlıklı çocuğumun olması acıma hafifleticilik katıyordu. Herkesin kaderi kendine özel işte ya Elif Naz’da olmasaydı ne yapardım dediğim çok oldu. Engelli çocukları olan ailelere, eğer imkanları varsa bir çocuk doğurmalarını da tavsiye ediyorum. Yaşamda eksik olmadıklarını hissedebilmeleri için, yeni bir armağan olabilir sonradan gelen çocuklar…
Kızım o gün sınıfta arkadaşlarıyla çok eğlendi, çok ta güzel bir sınıf öğretmenleri vardı bu sene orta bölüme geçtiği için öğretmeniyle ayrıldılar. Ferah öğretmen küçücük kızıyla hacca gitmiş, güzel yüreğiyle oğluma dua etmişti, Hacdan bir taş getirmişti, dilinin altına sürün sürekli olarak,iyileşirse hasta birine iade edin yada götürüp geri bırakın demişti.
Bir gece bir rüya görmüştüm yine acıyla kıvranırken. Hacca gitmiştik, ben, İsmail ve kızım vardık. Oğlum nerede diyordum durmadan Bizi alıp caminin minaresine uçurdular. Minarede dik dik merdivenleri çıktım,zorlukla sonra oğlumu bir erkeğin kucağında gördüm ver bana oğlumu o benim dedim. O zaten burada ,sen geldin bize ait olanı bize bırak dediler. Ne demek istediklerini hala bilemiyorum ama tamamen iyileşip oğlum yoluna sağlıklı devam edince en azından ailece Umre yapmaya niyet ettik.
O gün bugün hala bir şekilde,hiç beklemediğim yerlerden Çağatay’a zemzem suyu gelir okur üfler onu içiririm. Hatta bana komik gelen bir şeyi söyleyeyim normal su hiç içirmedim desem yeridir. Şimdi de temmuzdan beri Joao’nun şifalı sularını içirip, sonra çoğaltıp kullanıyoruz. Çağla Şıkel Alişan programında da konu olan şu meşhur şişemizin üzerinde şifa ile ilgili Çağatay’a özel yazı metinleri, sağlık olumlamaları,şifa ayetleri var. Öncelikle Suyun Gizli Mesajı Masaru Emoto kitabını tavsiye ederim..
Ben işin özünü size anlatan Erkan Arkutun blogundan suyun hafıza bilgileri ile ilgili bir yazıyı paylaşmak istiyorum.. Geçen gün okuduğum bilimsel bir makaleyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bilim dünyası suyun hafızası olduğunu keşfetmişler. Fransız bilim adamı Dr. Jacques Benveniste, araştırmalarda DNA hücrelerinin belli bir frekansta foton (ışık) yaydığını, farklı hücrelerin farklı frekansta titreştiğini, farklı titreşimdeki iki hücre yan yana geldiğinde yeni bir frekans oluşturup birlikte bu frekansta titreşmeye başladıklarını ve elektro manyetik dalgalar ile bir çağlayan yaratıp ışık hızında yolculuk yaptığını keşfetti. 1980'lerde başlattığı çalışmalarında suyun hafızası olduğunu farketti. Bilim adamı suya bir madde ekleyerek bunu 1 milyon kez sulandırmış ve özel bir alet ile aşırı hızda karıştırarak o maddenin yok olacağını tahmin etmiş ama hala maddenin suda mevcut olduğunu görünce deneylere defalarca milyonlarca kez daha sulandırarak devam etmiş. Ancak ne kadar sulandırsa da suyun içine en başta eklenmiş olan maddenin yok olmadığını tespit etmiş. O zaman suyun yüklenen maddeyi bir şekilde hafızaya kaydettiğini anlamış. Bir başka deneyinde suya bir zehir yerine sadece zehirin frekansını yüklemiş ve aynen zehirin kendisi eklenmiş gibi içine konulan sinekleri öldürdüğünü tespit etmiş. 
Benvenistenin araştırmalarını şüphe ile karşılayan Queens Belfast üniversitesi Profesörü Madeleine Ennis Avrupa ülkelerinde yelpazelenen bir araştırma grubuna katılmış. Fransa, İtalya, Belçika ve Hollanda'dan oluşan ekip Profesör M. Roberfroid tarafından koordine edilmiş. Belçika Katolik Üniversitesinde, Benvenistenin kullandığı orijinal deneyin daha rafine edilmişini kullanarak, yapılan uygulamayla ilgili her dört laboratuardaki bilim adamları deney solüsyonlarının içinde ne olduğunu bilmeden çalışmışlar. Hatta tüplerin bazılarında sadece saf su varmış. Tüm deney bağımsız bir bilim adamı tarafından koordine ediliyormuş. Bu kişi tüm solüsyonları kodluyor ve bilgiyi topluyormuş ama deneylerde bil-fiil çalışmıyormuş, bu yüzden yalan ve dolana yer kalmamış. 
Unutmayalım ki; insan bedeninin %85'i sudur. Düşüncelerimiz ve konuştuklarımız bedenimizdeki suya kaydedilir ve o kalitede yaşarız. Şeklimizi, sağlığımızı ve hayatımızı biz ruhumuzla düşündüğümüz gibi etkileriz. Yaşam muhteşem bir enerjisel danstır, frekansların uyumu, birleşmesi, çatışması, iç içe geçmesi, aşağı-yukarı, sağa-sola, zıt yönlere dalgalanmasının dansı. Madde, molekül veya hücre dediğimiz aslında hepsi enerji parçacığıdır, bu yüzden etkileşim bu kadar güçlü, bu kadar hızlıdır. 
Masaru Emoto: "İÇİNDE SU OLAN ŞİŞENİN ÜSTÜNE YAZILMIŞ VEYA SÖZEL SÖYLENMİŞ OLAN SÖZCÜKLER, DÜŞÜNCELER, SUYA ÇALINMIŞ OLAN MÜZİK VEYA OYNATILMIŞ FİLM İLE SUYUN YAPISAL ÖZELLİĞİ DEĞİŞİR." demektedir. 
Albümümüzde ki fotoğraflar suyun inanılmaz yansıtmalarını gösteriyor. Canlı ve her duygu ve düşüncemize tepki veren bir madde. Suyun, çevresindeki titreşim ve enerjiyi kolayca kopyaladığı açıkça ortadadır. Su, bir şey söylendiğinde, ona aktarıldığında, anında etkilenmekte. 
Fotoğraflardaki dondurulmuş sulara, dondurulmadan önce ya sözel olarak veya şişenin üstüne yazılarak resimlerin altında yazılı kelimeler yüklenilmiş. Su, kelimelerin enerjisini kopyalıyor ve görüntü olarak şaşırtıcı bir şekilde kelimenin manasını yansıtıyor. Kelimelerin enerjisel frekansları suyun moleküler yapısını değiştiriyor. Yapılan araştırmada ayrıca suya müzik çalınmış, film de oynatılmış. Örnek fotoğraflarda kelimelerin ve müziğin etkisini görebiliyorsunuz. Film oynatıldığında korku filmlerinin, şiddet içeren filmlerin kötü bir etkisi olup, şekil bozuklukları yarattığı görülmüş. 
İnsanı, beyniyle, beden sistemiyle, aklı, fikri ve düşünceleriyle salt maddesel varlık olarak ele almak son derece yanlıştır, tüm diğer canlıları da. Çünkü insan, ruhunun yaydığı enerjisi ile var olan bir varlıktır. İlk yaratıldığı andan itibaren beyni ve tüm bedeni ruhunun yorumlamasıyla çalışır ve insanı insan yapar. Bir insan katrilyonlarca hücre ve molekülden oluşur, her biri an an yenilenir, moleküler yapısının temelinde enerji yüklü parçacıklarla karanlık olan boşluk vardır. Suyun yapısı da, insanın beyni de, kalbi de, diğer tüm varlıklar da aslında temelinde enerji parçacıklarıyla boşluktan oluşurlar. Tabi ki, enerji parçacıklarının kendi başlarına karar alması, şekil alması, son derece akıllı sistemler oluşturması imkânsızdır. Molekülleri muazzam sistemler halinde örgütleyen ve yöneten bir Yaratıcı vardır. 
Bu yıl yine kızımın doğum günü geldi bu sefer kurdeleli bir pasta seçti kendine, hediyeyi anlatıyormuş. Kızım zaten mucizevi bir hediye bunu şimdi kendimce çok iyi idrak ediyorum. Bir ağır musubet ailelerin çocuklarının sağlığını büyük bir armağan görmesini sağlıyor ve onların değerini anlamasına yetiyor da artıyor. Sanırım artık geç kız oluyor EOS ruj varmış onu istedi doğum günü için,sürpriz yapıp onu alacağım ona bir farkla geçen seneye göre yaşama ve mucizelere inanan bir anne olarak….
Ne mi oldu bir yılda çooook şey…
Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır.NİSÂ 175.
Bunlardan biri bildiğiniz gibi İsviçredeki Joao Deus maceramız…..
Oğlumuzun gözlerinin açılıp bizi aylar sonra görme anıydı, bir annenin evladı tarafından görülme isteğinden daha derin bir istek nedir ki….Beni araba camından ilk defa görüp bize gülmesini hiç unutmayacağım…
Biz Ayşe Arman’la nasıl tanıştık, nasıl oldu, bize nasıl ropörtaj yaptırdı hayal gibi. Tabi kendimi bildim bile en ciddiye aldığım, ruhunu yakın bulduğum yazardır. Nasıl güzel yüreği vardır her tarafa objektif yaklaşır, kalbiyle iş yapar, kendine yakın bulduysa konuyu kişiyi,dürüstlüğüne inandıysa yazar, reklamdan iş yapar yazılardan anlamaz kalbi,ona şükranlarımızı sunuyoruz. Tabi bizi tanıştıran tanıdığımdan beri çok sevdiğim canım Evrim var alt yapıda , nerede bir yara var sarmak ister Evrim Kuranımız belki hatırlarsınız Ayşe Armanla Gezi Parkı olaylarında Y Kuşağı röportajını yapmıştı ,çok güzel bir röportaj olmuştu kendileri gibi…. Asıl bizim blogumuzu Ayşe’ye gösteren de odur.
Bir niyet koyduk röportajdan önce İsmail’le, bir kişiye inanç ışığı aşılasak ve oğlumuza dua alsak, bir kişi bir gece inanç tazeleyip,yüzü gülse biz mutlu olacağız.
Evrenin değişmez kuralı vardır, aldığın kadar vereceksin, bu yaşayıp deneyimlediğimiz bilgi bizde kalsa belki kendimizi Allaha karşı borçlu hissederdik, size verdiğimi niye paylaşmıyorsunuz derdi bize diye düşündük…
Tabii çılgın Cananımızı da unutmayalım. Kendi babası felç olmuş, gençliği onun iyileşmesinin gözüne bakarak geçmiş. Hadi abla yapalım abla, söyleyelim abla diyerek geçirdiği günleri de saymak gerek…
Sonrası kilitlenen telefonlar, ne çok acı var etrafta, ne çok hastalık. Niye Allahım diyor bir tarafım,daha sonra hastalıklar olmasaydı evren,bakış açıları nasıl gelişirdi diyor bir tarafım. Hep takıldığım Mevlana sözü “Birilerinin acısı ,birilerinin mutluluğu olur” Yıllarca kafaya takıp çözemediğim, yeni idrak ettiğim derin söz. Bu sözün altında hep bir hunharlık ararken kendi acımın yeni kapılar açtığını fark etmem, sonra en azından bir şeyimiz olmasa da evladımız iyi diye dua ettiren acılar vs.vs.vs.., o günahkar bak ben değilim diyerek bile bir gün olsun rahat edebilen huzursuz gönüller , hepsine de yürekten eyvallah.. Birinin yüzü gülebildiyse bu evrende bazen acılara da eyvallah, birileri çektiği acılardan yeni yöntemler bulabiliyorsa ona da eyvallah…
Resulleri onlara dediler ki: "Biz de sadece sizin gibi birer insanız, fakat Allah, kullarından dilediğine lütufta bulunur. Allah'ın izni olmadan bizim size bir kanıt getirmemiz haddimize değil. İnananlar yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.""O, bize yollarımızı göstermişken neden Allah'a tevekkül etmeyecekmişiz? Bize yaptığınız eziyetlere elbette sabredeceğiz. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül etsinler."İBRÂHÎM 11.- 12.
Bu arada yine bir aile dizimi eğitimimiz vardı. Eğitimde ben bir dizim istedim hocadan, yine beni kırmadı sağ olsun, her zaman ki baba duyarlılığı ile.
İçimdeki çocuğa baktım çalışmada cesaret göstererek, içimdeki çocuk saçlarını önüne düşürmüş,yüzü kapalıydı o anda yaşadığı bir aile acısından daha doğrusu travmasından diyelim. Öylece hareketsiz duruyordu,kalk artık dedim,yıllardır o travmayla sarmal oldun öylece duruyorsun dedim içimdeki çocuğa acımasızca. Sonra bu çocukla kalmayı öğreneceksin,onu görmezden gelmeyi bırak, acının içinden geçmeden acıdan kaçarak acı iyileşmez dedi hocam.
Çıkışta Erzurumlu İbrahim Hakkı torunu,sınıf arkadaşım, güzel kızıl saçlı Ferhundem içindeki çocuk ta oğlun gibi duruyordu gördün mü dedi,önce onu iyileştirmezsen oğlunu iyileştiremezsin. Tokat gibi vurdu yüzüme, her zamanki yaklaşımıyla. Uzun süre hatta hala o duyguda ve o çocukta kaldım. İşime çok yaradı bence, bana da oğluma da.. Kendini görmeyen etrafını göremez……
Burada İbrahim Hakkının sözlerini hatırlarım..


Hayreyler

Zannetme Ki Gayreyler
Ârif Onu Seyreyler
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Sen Hakk’a Tevekkül Kıl
Tefviz Et Ve Rahat Bul
Sabreyle Ve Razı Ol
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Kalbin Ona Berk Eyle
Tedbirini Terk Eyle
Takdirini Derk Eyle
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Hallak-I Rahim O’dur
Rezzak-I Kerim O’dur
Fa’al-I Hakim O’dur
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Bil Kadıy-I Hacatı
Kıl O’na Münacatı
Terk Eyle Muradatı
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Bir İşi Murad Etme
Olduysa İnad Etme
Haktandır O Reddetme
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Hakk’ın Olacak İşler
Boştur Gam-U Teşvişler
O Hikmetini İşler
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Hep İşleri Faiktir
Birbirine Layıktır
Neylerse Muvafıktır
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Dilden Gamı Dûr Eyle
Rabbinle Huzur Eyle
Tefviz-İ Umur Eyle
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Sen Adli Zulüm Sanma
Teslim Ol Oda Yanma
Sabret Sakın Usanma
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Deme Şu Niçin Şöyle
Yerincedir Ol Öyle
Bak Sonuna Sabreyle
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Hiç Kimseye Hor Akma
İncitme, Gönül Yıkma
Sen Nefsine Yan Çıkma
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Mü’min İşi Renk Olmaz
Âkil Huyu Cenk Olmaz
Ârif Dili Tenk Olmaz
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Hoş Sabr-İ Cemilimdir
Takdir Kefilimdir
Allah Ki Vekilimdir
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Her Dilde O’nun Adı
Her Canda O’nun Yadı
Her Kuladır İmdadı
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Naçar Kalacak Yerde
Nagâh Açar O Perde
Derman Eder Ol Derde
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Her Kuluna Her Anda
Kâh Kahr-U Kâh İhsanda
Her Anda O Bir Şanda
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Kâh Mu’ti-U Kâh Mani’
Kâh Darr-U Kâh Nafi’
Kâh Hafız-U Kâh Rafi’
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Kâh Abdin Eder Ârif
Kâh Eymen-Ü Kâh Haif
Her Kalbi O’dur Sarif
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Kâh Kalbini Boş Eyler
Kâh Halkini Hoş Eyler
Kâh Aşkina Dûş Eyler
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Kâh Sade-Ü Kâh Rengîn
Kâh Tab’ın Eder Sengîn
Kâh Hırem-Ü Kâh Gamgîn
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Az Ye, Az Uyu, Az İç
Ten Mezbelesinden Geç
Dil Gülşenine Gel Göç
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Bu Nas İle Yorulma
Nefsinle Dahi Kalma
Kalbinden Irak Olma
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Geçmişle Geri Kalma
Müstakbele Hem Dalma
Hâl İle Dahi Olma
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Her Daim O’nu Zikreyle
Zeyrekliği Koy Şöyle
Hayran-I Hak Ol Şöyle
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Gel Hayrete Dal Bir Yol
Kendin Unut O’nu Bul
Koy Gafleti Hazır Ol
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Her Sözde Nasihat Var
Her Nesnede Zinet Var
Her İşte Ganimet Var
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Hep Remz-Ü İşarettir
Hep Gamz-Ü Beşarettir
Hep Ayn-I İnayettir
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Her Söyleyeni Dinle
Ol Söyleteni Anla
Hoş Eyle Kabul Canla
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Bil Elsine-İ Halkı
Aklam-I Hak Ey Hakkı
Öğren Edeb Ve Hulku
Mevlâ Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Vallahi Güzel Etmiş
Billahi Güzel Etmiş
Tallahi Güzel Etmiş
Allah Görelim Netmiş
Netmişse Güzel Etmiş



Gelen binlerce telefon ardından, sabah programına çıkmamız teklif edildi.
Ali Şan ve Çağla Şıkel programıydı. Oradan bizi arayan Emre yakının hastalığını anlattı. İsmail bu konulara olan her zamanki huysuzluğuyla uğraştırma beni, Ayşe yazdı ya dedi, ben de ya gazete okuyamadıysa insanlar diye sonunda onu ikna ettim. Gidene kadar mırıldandı yağmurlu havada. Ali Şanın insanlara yardım için konuya ilgisi bizi mutlu etti ama sadece mucizevi diye adlandırılan kısımla ilgilenmeleri biraz üzdü,şimdi Brezilyadan dönüşte çok net anlıyorum ki mucize deneni yaşamak için uzun bir hazırlanış dönemi şart. Bu hazırlanış dönemi içsel uyanışı temsil ediyor kanaatimce . Bu uyanış korkusuzca tevekkül etmeyi gerektiriyor. İçte yaşanan korku ve yeterince teslim olamamak, olur mu olmaz mı korkusu, bu kadar kolay mı verecek Allah şifayı duygusu,benim hastalığım ağır bundan kimse kurtulamamış duygusu, negatife odaklanma, başkalarının bilmeden fark etmeden seni uğrattıkları maniplasyon oyununa kanma şifayı daima bloke ediyor. Ruhta derin bir kirlenme yaratıyor.
Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır.NİSÂ 175.
İsviçrede bize yardımcı olan meleğimiz dediğimiz Joao’nun kızı gibi sevdiği dünyalar tatlısı Sonyamız vardı, oradan ayrılırken bize Abadianiada görüşmek üzere demişti. Abadiainia Joao’nun çalışmalarını yaptığı küçük kasabanın adıdır. Biz güldük ve geçtik hadi canım edasıyla, oğlumuzun gözlerinin açıldığından ve ilerisinde yaşayacaklarımızdan habersiz…
Bizim sadece oğlumuzda değil, tüm ailemizde değişimler oldu bu sırada. Kızım köpek korkusunu yenip köpeklere dokunmaya başladı, bizim eşimle birbirimize bağlılığımız arttı. İşlerimizde değişimler yaşandı, güzel gelişmeler yaşandı. En son 2012 biterken ezdin geçtin, bu benim acıyla geçen son yılım bundan sonra yukarı çıkış başlayacak dediğim dönemi ve bu benim son ağır sınavım olacak dediğimi hatırlıyorum..
EN ÖNEMLİSİ OĞLUMUZU TAMAMİYLE HER HALİYLE KABUL EDİP TÜM TÜRKİYE’YE BİZ BU DURUMDAYIZI CESURCA İLAN EDEBİLMEMİZDİ.
Çünkü hastalığı önce olduğu gibi kabul etmek gerekir. Kabulsüzlük,direnç hastalığı büyütür. Bana en çok gelen soru kabul edersek böyle kalmaz mıyız? İlla direnmemiz gerekli gibi bir his var insanlarda. Aslında direnç savaştır ve tek kişi savaşamaz , savaşa karşı tarafta gereklidir.İster istemez bir karşı atak geliştirir hastalık kavramı bize ama belki bana şu anda böyle bir şey geldi öğrenmem gereken dersi alıyorum, görmem gerekeni görüyorum ve onunla vedalaşıyorum demek bizi iyileştirmeye doğru daha yaklaştıran bir üslup yaratır. Neyse Brezilya’ya gitme isteği doğdu içimizde ve nasıl gidelim planlarını yapmaya başladık, gitmek isteyenler oldu. Bize bir çok firma durumumuzdan dolayı sempatik bakmadı, bir organizasyonla gitmek bize göre Abadianiaya yalnız gitmekten çok kolay. Bölgede Portekizce konuşuluyor, çok nadir İngilizce bilen var. Bölgeye aktarmalı uçaklarla ve otobüs yolculuğu ile gidiliyor, Sao Paolo hava alanında uçak kalkış yerleri sürekli değişiyor, İngilizce bilen çok nadir bulunuyor vs.vs.vs artı ortak sinerjinin ortak duanın etkisi de büyük, birlikten kuvvet doğuyor, ilk defa gidilen bölge önce insanı ürkütüyor ve apar topar hazırlandık, bu duygularla beraber. 42 kişilik çoluklu çocuklu, gençli,yaşlılı,çeşit çeşit sıkıntıları hastalıkları olan bir grup olarak toplandık, yola koyulmaya karar verdik.Sanki hepimize bir güç geldi, bu kararı vermek için. Normal insanın gözünü kestiremeyeceği yollara biz düştük. Ne büyük bir cesaretle. Burada aklıma gelen biz ve tüm arkadaşlarımız için, Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.BAKARA.169
Her şey çok yolunda gitti, biz ailece hazırlanırken. Benim için tek sıkıntı kızım Elif Nazımızı burada bırakmaktı. Allahtan babası ve Ebru teyzesi var. Ebru teyzesi hamile, kızıma bir kardeş daha geliyor, sağlıklı ve güzel ömürlü olur inşallah. Kardeş ne güzel bir şeydir, şu koca dünyada yanında hissettiğin senin köklerinden gelen, yakın yol arkadaşı..Annemler İstanbul da idi biz giderken küçük tırtılımız Duru Ala oldu. Kardeşimin kızı, hala olmak ta bir ayrı zevkli..
21 Ekim bizim için büyük gündü. 20 Ekim’de İstanbul’da olduk. Çağatay, İsmail, ben ve asistanımız Canan.Heyecan doluyduk. Sabahın 09’unda Türk Hava Yolları uçağına bindik,uzun yolculuğumuza başladık. Dile kolay küçük bir çocukla 12 saat yolculuk, git git bitmez. Kısıtlı alanda dön dön dur..
Bazılarıyla direk tanıştığımız bazılarıyla telefonla görüştüğümüz arkadaşlarımız, tanımadığımız bazı insanlar.. Bilmeden kader birliği etmişiz, görünmez iplerle bağlanmışız, belki Türkiye’den giden düzenli ilk kafile, umuda yolculuk….
Çağatay’ın oyuncaklarını yanımıza aldık. Uçağın sabah olması gündüz çocuğumuzun bir anlamda uyumaması ve yolculuğun zor geçmesi demek bizim için..Neyse uzun yolculuklara Türk ir hava yoluyla çıkmak güzel duygu, senin dilini anlayabilen hosteslerin varlığı. Biz karı koca aslan burcuyuz ama kocam sıcak ülkeleri sevmez, soğuk yerleri makbul görür. Rusya gezimizi hatırlıyorum Temmuz ortasında tir tir titredim valla,buz gibi yağmurlu bir hava vardı bana göre, yemek kavramı güzel değildi ama kocamı zor getirdim bulsa burada kalalım diyecekti. Ben de tam tersi sıcak, sımsıcak havayı,sıcak havanın insanlarını severim. Yani Brezilya tam bana göre, gidip dönmemek isteyeceğimi baştan daha hissetmiştim.
Oğlumuz yolda kulaklarının çok hassas olmasının mağduriyetini yaşadı. Her anonsta, her çocuk ağlamasında ayağa dikildi ve ağlamaya başladı, neyse küçük müzik gitarı imdadımıza yetişti. Yemeklerini de güzel yedi . Diğer çocuklar da genel olarak sakindi. Sadece bir arkadaşımızın kızı çok huysuzlandı. Anne de öyle yıpranmış belli , çok zayıftı. İlk gözüme takılan kişiler de arkamızda oturdukları için onlardı… O tarihte Türkiye ve Brezilya saat farkı 5 saatti. Yani o kadar uçtuk gittiğimizde hava orada ancak kararmak üzereydi. Sıcak, nemli bir hava yüzümüze vuruyordu. Ankaralı güzel ablamızın eşiyle bavulu Arjantin’e aktarılmış onu bekledik. Ankaralı ablam sonradan çok ilgimi çekti ve en sevdiğim karakterlerden oldu. Dış görünüşü hırçın agrasif ama içine girdiğinde beyni, kişisel gelişimi en çok kavramış hayatın bir anlamda mantığını çözmüş güzel bir karakter, öncelikli eşi için gelmişti, ben onu çok sevdim. Eşi de doktor. Ben doktorlara veya bilim adamlarına böyle musubetlerin gelişini anlamlı buluyorum. Yenilik katmaları, bilime ilime ışık tutup yeni yol haritalarını keşfetmeleri için verilmiş bir armağan belki de. Tabi sınavı ve bedeli çok ağır. Her ruhun kolay kolay kaldırabileceği ve kabul edebileceği bir yol değil.
Genelde biz aile yapısı olarak, herkesi severiz ama içimize aldığımız kişiler çok az sayıdadır. İç yapımızı yaşadıklarımızı paylaştığımız nadir insanlar vardır. Bunlardan biri de Altınok’lar..Gül, Salih ve Kaan..Konumları yüksek olsa da gönülleri hep alçakta.Allah’a yakınlar, hayatı anlamaya, verilen yaşam mesajlarını okumaya açıklar. Mucizelere ve şifaya inanırlar. Kötü gününde hep insanın yanında olmaya meyilliler. Bizim apartmanda otururlar. Önce Salih Beyi tanıdık, yıllardır yanımızda olan dünya şekeri,hayat iksiri Hülya Ablamız sayesinde..Salih büyük bir trafik kazası geçirmiş, paramparça olup sonra tamamen iyileşmiş. Kafatasında kırıklar var. Bana dip yaptığım dönemlerde büyük destek verdi. Yürümeyi nasıl unuttuğunu, başkalarına bakıp bunlar nasıl yürüyor dediğini, öbür tarafa gidişini ve geriye dönüşünü…Bana çok destek oldu, inancımı geliştirmek için. Onu gördükçe iyileşmeyi hatırladım. Tabi bu süreçte her şeyi kotaran Gül var. Hamile haliyle kocasını hayata döndürüş yolculuğu. Gül seninle ağlayıp seninle gülen bir karakter. İkisini de çok seviyorum ve tabi onlardan gelen Kaan’ı..Bizim süreçlerimizde mucizevi iyileşme hikayeleri iyileşmemizi hızlandırıyor,inancımızı kuvvetlendiriyor bence. Bu tarz kitaplar yazılması motivasyonumuzu ayakta tutacak önemli faktör.
Geçen gece oğulları ishal olmuştu. Akşam işten çıkınca çocuklarına serum takmaya gittik evlerine, ikisi de Kaan’ın su kaybından halsizliğinden çok üzgündü. Sonra Salih’in bize söylediği şey, biz bir ishalde böyle olduk. Bir de sizin durumunuzda olsaydık tı..Kimse bu korkuyu yaşamasın aslında, herkes birbirinin deneyimine saygı göstersin bence. Saygı göstermek kişinin karmasına karışmadan olanı olduğu gibi kabul etmeyi getirir. Bazen sevgi göstermek, saygıyı unutur ve o deneyimin içine girip o deneyimi bilmeden hatyatınıza çekmenize neden olur. Acısı üstünde kalsın manası da bunu içerir..
Hep dua ediyorum Allah en büyük düşmanımıza bu derdi, evlat sınavını vermesin. Ama Cesur Ruhlar Robert Schwartzman kitabında öyle demiyor. Ruhlar dünyaya gelmeden önce deneyimini büyümek ve gelişmek için yolunu kendi seçer..Öyleyse ben her gece Şu ana kadar kendim seçmiş olduğum bu zor deneyimlerimi bırakıp kolay deneyimlerle bu ömrümü tamamlamayı seçiyorum. AMİN…
Ankaralı ablamız ve doktor eşi de zor tekamülü seçmişti, ablam eşini engelli arabasını kullanarak, bavullarını taşıyarak sevmek durumunda kalmıştı yıllarca..Ekstra başarı örneği yani….
Sonra hotele giderken çocuklar beklemekten iyice farıdı, deliler gibi ağlamaya başladılar. Biri susuyor biri başlıyordu. Koca Sao Paola da bir pizzacıyı gördük, bir de kalınan hotelimizi..Odaya yerleştiğimizde oğlumuz iyice farımıştı, deliler gibi ağlıyordu. Sonunda uyudu, Allahımmm yatak ne güzel bir şeymiş…
Sabah erkenden kahvaltı ve havaalanı, başkent Brezil’e uçuş..Sonra zor geçen transverler, engelli arabalarıyla gelen yolcular, dostlar, Abadiania otobüs yolculuğu. Veeeee sonunda hotelimize vardık.
Hotel dediğin pansiyon tarzı bir yapı. Oradaki tüm hoteller bu mantıkta. Aslında hoteller hastane reviri gibi düşünülüyor. Operasyon alıyorsun, gelip odanda dinleniyorsun, mantık bu tabi Türk mantığı farklı çalışıyor….
İlk gün gittiğimizde verilen oda küçücüktü, amannn bu ne zor dönüyorsun. Sonra tüm hotelleri gördüm, hepsi aynı türdeydi..
İlk gün heyecanı ve etrafı görme merakı,ne olacak endişesi, bavulları atıp hotelin bahçesinde toplanışımız. İşte hepimiz bir aradayız ve ne yapacağımızı merak içindeyiz. Bizimle tanışmaya gelen Avusturyalı rehberimiz. Bizi alıp Casa’yı tanıştırmaya götürmesi.İnsanların toplandığı salona bakıyorum, boş salonun duvarlarında, şifaya yardım eden ruhani rehberlerin tabloları, Joao’nun kendini ameliyat ederken ki resmi, yaşayan başka şifacıların Joao’ya destek için yolladıkları dua tarzı yazılar var. Bahçede meditasyon alanı inanılmaz bir yer ,tepedesin karşında uçsuz yeşillikler ,izlemeye doyamazsın. Mavi beyaz boyalı, kocaman bir bahçe, huzur,sükunet dolu, mis kokulu, günlerden Salı olduğu için sakin yarın muhtemelen çok kalabalık olacaktır diye düşünüyorum.Hediyeler hazırladım bizim meleğimiz Sonya’yı bulmak öncelikli hedefim. Daha gittiğimiz ilk gün karşılaştık onunla ve çok sevindik,bizi tanıdı ,kucaklaştık. Senle görüşmek istiyoruz dedik ve yarın öğleden sonra buluşalım dedi.Rehberimizi tuttuk bizimle çalışmaya başladı, tabi büyük bir pazarlık yaparak, Türk usulü yani..
Rehberimiz bence ne ile karşılaşacağından habersiz, diğer ülke insanları gibi sanıyor bizi ama bizdeki merak ve biraz söz dinlemezlik onun bildiği durum değil..Salı gecesi tek tek bizi dinleyip dileklerimizi dinledi ve kağıda yazdı, Joao’ya iletmek üzere. Biz ikinciye gittiğimiz ve operasyon aldığımız için orada uygulanacak süreç farklıymış, daha önce operasyon alanlar başka sıraya girecekmiş,önce geçmiş seferin kontrolü yapılacakmış
Çarşamba sabahı hepimiz bembeyaz giyinip, sabahın sekizinde Casada olduk. Herkes heyecanlı bekleyişte. Rehberimiz hepimizi bir araya topladı. İçeri Joao’nun odasına gitmeden önce bir ekip sürekli dua ettiriyor. Vee Joao sahnede,ayakları çıplak, birini ameliyat için aldı, dualarını etti ve ameliyatını toplam beş dakikada tamamladı. Hepimiz donduk kaldık,onu seyrediyoruz.
Bizim arkadaşlarımız yavaş yavaş içeriye götürülüyor,içeride yüzlerce insan meditasyon halinde, bir oda var orada fiziksel ameliyat almış olan ve yatan hastalar var. Biz dışarıda hala bekliyoruz.Çağatay bebek arabasında ,ortalığa bakınıyor. İçeri girip çıkan arkadaşlarımız sevinçli öğleden sonra operasyon dedi diyor ve hotele yola koyuluyorlar. Bizim grup en sonmuş, arada galiba rehber bizi unuttu diyoruz..Sabah postasının son grubu olarak içeri giriyoruz, çocuk önümüzde Joao karşımızda. Sürprizzz yine biz, bu evlat iyileşene kadar bizden kurtuluş yok anlayacağın sevgili Joao… Bize baktı ve ilerleyip geçtik yanından, rehberimiz Joao’nun Portekizce söylediklerini bize akşam iletecek..Öğleden sonra Sonya ile buluşacağız.ya Arkadaşlarımızın hepsi operasyon alacak bu sefer, bize operasyon denmedi..
Sonyamızı buldu, sana ve Joao’ya hediyelerimizi vermek isteriz dedik..Bizi elimizden tuttuğu gibi Joao’nun odasına götürdü. Ona İsviçre maceramızı anlattı. Joao yorgun görünüyordu ve bir konforlu siyah Tv koltuğunda oturuyordu.Teşekkür etti bize bakarak,odadan ayrıldık. Sonya elimizden tutarak,koşa koşa içeri operasyon odasına götürdü, rehberimiz Sonya’ya, onlar operasyon almayacaklar dedi. Sonya ona Joao söyledi burada olmalılar diye cevap verdi. Beni en çok şok eden an o andı. Ama Joao hiçbir şey demedi ki.Ben gördüm ,valla duydum yok öyle bir şey.
Gerçek şu ki bunlar telapatik anlaşıyorlar, şok içindeyim bu sefer kesin anladım. Ama Sonya bizi bildiğimiz Sonya değilmiş ki,orada operasyon sırasında büyük duaları yapan ruhani insanmış işte..
Biz Çağatayla ,bizim Ankara’lı prensesimizin ve Lüleburgaz’lı aslanımızın oturdu yere oturtulduk.Bizim Lüleburgurgaz’lı oğlumuzdan bahsedeyim birazda..Bizim gitmemize sayılı zaman kala o ve ailesi bir plan yapmışlar, hastaneye İsmail’e muayeneye gitmişler,birazda gripmiş evlat. İsmail muayeneyi tamamlamış, etik olarak hastanede sadec işini yapan kocama, durup durup size de geçmiş olsun hocam diyorlarmış, bizimki de ne sormak istediklerini anlamadan sağ olun deyip duruyormuş. Sonunda sormuşlar,biz de gitmek istiyoruz diye. O da bilgi almak istiyorsanız eşimle görüşün demiş. Oradan çıkıp bizim iş yerimize geldiler,nasıl güzel bir evlat anlatamam size yüzüne bakmaya kıyamazsın. Sapasağlam doğmuş, aşıdan sonra felç kalmış. Tekerlekli sandalyede ama inanılmaz bir çocuk büyüyünce mutlaka iyi yerlerde olacak. Hisleri çok kuvvetli.Aile dünya iyisi, çocuklarıyla ilgili. Normal ve bütüncül tüm yöntemleri deniyorlar. Babaannesi beyin kanaması geçirmiş hastanede yatıyor. Aile üzülüyor,gidemeyeceklerini düşünüyor, oğlan ısrarlı. Baba ne yapalım diyor, ben istihareye yatın diyorum. Baba akşam niyet ettim Allahım gitmemiz gerekiyorsa bir şey göster dedim diyor,oğlum sabah kalktığında Joao’yu gördüm ve beni rüyamda ameliyat etti dedi diyor. Anladım ki biz gitmeliyiz diyor ve o an apar topar karar verdiler gitmeye..Beraber olduk onlarla Brezilya’da..Bizim güzel oğlan orada da hep rüyalar gördü ve rüyaları doğru çıktı.
Bu arada istihare ile ilgili Gizem Çözücü sayfasından alıntı yaparak size paylaşımda bulunmak istiyorum.
Rüya ve İstihare
İstihare nedir, nasıl yapılır, sünnette belirtilen istihare nedir, uyumak ve rüya görmek şart mıdır?
İstihare; hayır dileme, yapmak istediği bir şeyin kendisi hakkında hayırlı olup olmadığını anlamak için iki rekât namaz kılıp dua ederek rüyasında manevî bir işaret almak amacıyla uykuya yatma olarak tarif edilir. Ancakistiharede as olan “uyumak” veya “rüyaya yatmak” değildir. Hatta vakit dar olup uyuyacak zaman bulunmazsa herhangi bir hayırlı mesele için yineistihare namazını kılmak sünnettir. Ancak Şerh Şir’atü’l-İslam kitabında şöyle denilir: Namaz ve dua yaptıktan sonra abdestli olarak kıbleye doğru yatar. Rüyada beyaz veya yeşil görürse o işte hayır vardır, siyah veya kırmızı görürse hayır yoktur. Ondan sakınmak daha iyidir.
Bundan gayrı, açıkça belirtildiği gibi, beyaz ve yeşil ya da kırmızı ve siyah görülmeyip daha teferruatlı ve karmaşık rüyalar görmüş olma durumu için bir kıyas ya da yargı yoktur. Bazı rüyalar, bazı gerçeklere işaret ederler, ancak isabetli tabir de ayrı bir ilimdir: Kişinin kendine göre hayra dalalet eden bir rüya, aslında şerri gösteriyor olabilir. Bu yüzdenistihareyi sünnette olduğu gibi yapmak gerekir. Fakat, istihareden daha önemli olanın,”istişare” yani, salih ve temiz bilir kişilere danışma olduğu da bilinmelidir. Rasûlullah efendimiz: “İstihare yapan zarar etmez, istişâre edende pişman olmaz” (65 el-Hîndî VN/813 (H. 21532)) buyurmuşlardır.
İstihare güzel ve güçlü bir sünnettir. Rasûlullah Efendimiz’in ashabına hemen her tereddütlü konuda “İstihare” tavsiye ettiği bilinmektedir. Ancak “İstihare“, kılma şekli ilmihal kitaplarında anlatılan iki rekat namazdan ve duasından ibarettir. Dua yaptıktan sonra, doğruluğu kalbine damlayan yönde hareket eder. Bir defa kılmasıyla kalbi bir yöne doğru ağırlık kazanmamışsa, bu namazı üç, beş, yedi defa tekrarlar, yine de kalbi seçim yapamıyorsa istisare de yapamıyorsa aklına uygun geleni yapar. Bu yedi defa iki rekatı, aynı anda da kılabilir. Sünnette öğretilen “istihare” budur.
Câbir (r.a)’den Peygamberimizin şöyle dediği nakledilmiştir: “Resulullah (s.a.s) bütün işlerinde, Kur’an’dan sure öğretir gibi istihareyi de öğreterek şöyle derdi: “Sizden biriniz bir ise niyetlendiği zaman farzın dışında iki rekat namaz kılsın ve şöyle desin:
“Allâhümme estehiruke bi ilmike ve estakdiruke bi kudretike ve es’elüke min fadlike’l-azim. Fe inneke takdiru ve lâ akdiru ve ta’lemu ve lâ a’lemu ve ente allâmu’l guyûb. Allâhümme inkünte ta’lemu enne hâza’l-emre hayrun li fi dini ve meâşi ve âkıbeti emri tev âcili emri ve âcilihi. Fekdurhu li ve yessirhu li summe bârik li fihi. Ve in künte ta’lemu enne hâza’l-emre şerrun li fi dini ve maâşi ve âkıbeti emri ev âcili emri ve âcilihi f’asrifhu anni va’srifni anhu ve’kdur li el-Hayra haysü kâne. Sümme ardihi bihi”
(Buharî, Teheccüt, 25, Deavât, 49, Tevhid, 10; Tirmizi, Vitr, 18; İbn Mace, Akâme, 188; Ahmet b. Hanbel, III, 344).
İstihare duasının anlamı 
“Allah’ım yapmayı düşündüğüm su işin işlenmesinden yahut terkinden hangisinin hayırlı olduğunu bana ilminle kolaylaştır. Kudretinle senden güç istiyorum. Senin büyük fazlından ihsan buyurmanı dilerim. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter; benim gücüm yetmez. Sen bilirsin, ben bilemem. Sen şeyi çok iyi bilensin, Allah’ım. Eğer bu işi dinim, yaşayışım ve işimin sonucu veya dünya veya ahiretimin sonucu bakımından benim için hayırlı olduğunu bilirsen o işi bana takdir et, kolaylaştır ve onu bana mübarek kıl. Eğer bu işi; dinim, yaşayışım ve işimin sonucu veya dünya veya ahiretimin sonucu bakımından benim için şer olarak bilirsen, onu benden, beni de ondan uzak eyle. Nerede olursa olsun benim için hayır olanı takdir et. Sonra da beni bu hayırla hoşnut buyur”
Sa’d b. Ebi Vakkas’tan, Resulullah (a.s)’in şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Âdem oğlunun Allah’tan hayır dilemesi (istihâresi) saâdetindendir. Allah’ın hükmüne razı olması da saâdetindendir. Allah’tan hayır istemeyi terketmesi ise onun bedbaht olmasındandır. Allah’ın hükmüne razı olmaması da, Âdemoğlunun bedbahtlığındandır”
(Ahmed b. Hanbel, I, 167; Tirmizi, Kader, 15).
İstihâreden önce veya sonra, gerekli istişareler yapılır ve o iş hakkında karar verilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
“İş konusunda onlarla istişare yap. İstişareden sonra o işi yapmaya tam olarak karar verince, artık Allah’a dayan ve güven” (Ali İmrân, 3/159).
Oğlumla ilgili bizim çok sevdiğimiz İsmail’in hastanede ki asistanı Yiğit ve Yağız adında çok yakışıklı ikizleri var. Her daim yanımızda olmuştur,öz kardeşimiz gibidir.Nadide ruhlardandır. Bizden habersiz bizim de tanımadığımız birine istiare rüyası yaptırmış Çağatay için, niyedir bilmem o rüyaya çok inandım. Rüya tam olarak şöyle, bu arada bakan kişi de bizi tanımıyor. Rüyaya yatan kişi diyor ki Yiğit ve Yağız’ı bize bırakmışsın sonra telefon açıyorsun sen taksiye atla gel,ben parasını vereceğim diyorsun,çocuklara yer yatağı yapıyoruz.Yiğit,Yağız,kızım,Çağatay hepsi yerde,ağızlarında emzik var,yalancı memeleri beyaz. Sonra uyanıyorlar bir defter veriyoruz ellerine,köşe koltuğun üzerindeler,pastel boyayla yazmışlar kırmızı ve yeşil renge boyuyorlar,çocuklara bağırıyorum bu ne hal diye. Defteri açıyorum defterin her yeri yemyeşil olmuş,boş yer kalmamış.Sonra bir bebek ağlıyor üstünde beyaz bir hastane çıkışı var altında bez var bacakları çıplak kucağıma alıp annesine veriyorum susuyor. Sonra karavanla bir sürü misafir geliyor,peşinden bir sürü arabalar o kadar çok insan var ki hepsinin elerinde poğaça kekler yapılmış,biz camdan bakıyoruz, nerede yatacak bu insanlar diyoruz ama bu insanların bir kısmı yabancıymış uzak ülkedenmiş…..
Bu rüya bana hep tamamen iyileşecek oğlun dedi. Şimdi insanların kalabalıklığını, bize gelen ve bilgi alan insanlar diye yorumluyorum ve bebeğin beyazlığını şimdi Joao daki hali diye düşünüyorum , ne olursa olsun bu rüya bana hep ışık oldu, gerisi boş…
Yazımda Brezilyada ki arkadaşlarımın isimlerini özellikle vermiyorum,onların rızası olmadan isimlerini kullanmak bana uygun gelmiyor. Kendilerinden bir yorum gelirse beraber görürüz zaten…
Şimdi Lüleburgazlı yavrumuz, Joao da Çağatay’la yan yana ve o günden önceki gece bu sahneyi rüyasında görüp bize bir bir anlatmıştı. Casa mı enteresan, bizim oğlan mı bir türlü anlayamadım..
Oturduğumuz yerde Joao ‘yu beklerken gözlerimiz kapalı duruyor. Ben bir ara gözlerimi açıyorum. Lüleburguzlı oğlumuzla,Ankara’lı kızımıza Joao birebir elle çalışıyor. Orada Joao ile bire bir çalışmak demek, inanılmaz güzel bir şey demek. Çıkışta bizim oğlan Deniz abla Çağatay’a elle birebir çalıştı Joao dedi. Ben de seni gördüm sana çalıştı dedim. Velhasıl çook mutlu olduk, muradımıza erdik ilk günden. Hep beraber hotelimize gittik, operasyon sonrası çok az konuşmak gerekiyor, internet cp telefonundan uzak olmak gerekiyor, bıngıldak kısmını iyice korumak gerekiyor, uzun uzun uyuyup dinlenmek gerekiyor…Odamıza girdik,küçücük odamıza. Elimizde blendır,oğlumuza aldığımız şifa çorbasına etimek doğrayıp içiriyoruz (şifa çorbası gönüllüler tarafından hazırlanıp, Joao tarafından şifalandırılıyor ve haftanın 3 günü ücretsiz dağıtılıyor tabi yine gönüllüler yardım ediyor), buradayken oğlumuzun kullandığı her şeyi, bir süreliğine bırakmaya karar verdik, dişini bile az fırçalamaya, kolay mı aylardır, savaşta gibi yaşıyor yavrum.Sadece akşamları beyin hücre geliştirici iğnesini vurdu babası. Türkiye’de her öğününde aldığı çörek otu yağını bile kestik.Çörek otunun sonsuz hikmetine inananlardanız. Çörek otu her derde devadır sayfasından bir yazı paylaşmak istiyorum.
Çörek Otunun Faydaları Üzerine Klinik Bulgular
Çörek otu modern tıbbın oldukça ilgisini çeken az sayıda bitkiden biridir. Hastalıklara etkisi üzerine yüzlerce deney yapılmıştır ve onlarcası da halen devam etmektedir. Bu kadar araştırma ve deney hep olumlu sonuçlanmış ve her defasında asırlar öncesinden buyurulan ve kıymeti yeni yeni anlaşılan "Ölümden başkasına şifadır" hadisi şerifine ulaşılmıştır. Ancak ilginçtir ki yine bu yüzlerce çalışmaya rağmen çörek otunun etki mekanizması hala tam olarak çözülememiştir.
Çörek Otunun Faydaları Klinik ve Terapötik Özellikleri
Çörek otu tohumları binlerce yıldır baharat ve gıda koruma maddesi olarak kullanılmıştır. Bitkinin tohumları ve yağı geleneksel tıp alanında kullanılabilecek potansiyel ilaç özellikleri göstermektedir. Bu derlemede çörek otunun terapötik (iyileştirici) kullanım alanları ve vücut sistemlerini etkileyen hastalıkların tedavisindeki rolü incelenmiştir.
Çörek otu, oksidan ajanları temizleyen antioksidan sistemi harekete geçirme özelliğine de sahiptir. İnflamatuar (iltihabi) süreçlerin mediatörü (arabulucu) olan prostaglandinleri ve lökotrienleri baskılayarak antienflamatuar (iltihap önleyici) özellik göstermektedir. Bitkinin immunomodülatör (bağışıklık sistemini düzenleyici) özellikleri, T hücrelerini ve doğal katil hücrelerini artırarak immun cevaba (savunma sistemine) katkıda bulunma şeklindedir.
            Çeşitli kanser ve mikroorganizmalara karşı anti–kanser ve anti–mikrobiyal özellikler göstermektedir. Toksik ajanlara maruz kalmış kolon dokusunda DNA hasarını azaltmakta, karsinogfenezin yani sağlıklı hücrelerin kanser hücrelerine dönüşmeye başlamasını önlemektedir. Çörek otu diabetes mellitus (DM) da da (Şeker Hastalığı) önemli tedavi edici etkilere sahiptir. Glukoz tarafından indüklenen insülin salgısını artırmanın yanında, intestinal mukozadan glukoz emilimini azaltma yönünde etkisi de bulunmaktadır.
Oğlan çok mutlu, hayatında ilk defa 24 saat boyunca anne babasının koynunda,huzur içinde yavrum…Şifa çorbasına da bayılıyor.
Akşam oldu rehberimiz gün içinde yaptıklarımızı, yapacaklarımız ve Joao’nun hakkımızda söylediklerini anlatmak için yanımıza geldi. Bize sıra geldiğinde direk söylediğini hiçbir zaman unutmayacağım.. Joao dedi ki ; “oğullarını çok iyi hatırlıyorum İsviçreden, ona hala çalışıyoruz,zaman alacak,tamamen iyi olacak ve büyüdüğünde büyük bir zat olacak”, inanamadım gerçek mi dedim rehberimize "hepsi gerçek ben demedim Joao dedi", dedi…









































15 Eylül 2013 Pazar

Psişik Ameliyat



Sen ne müthiş bir kadınsın Ayşe Arman boşuna mı sevdim seni yıllarca hiç tanımadan.. bir gerçek böyle mi yalın aktarılır bir haber böyle mi güzel yapılır ışık ve şifa olsun hepimize seni çok seviyorum.. Tanrı seni korusun...








20 Ağustos 2013 Salı

Herkese benden kocaman bir merhaba

Herkese benden kocaman bir merhaba ;
Uzun zaman geçti 7 aydır serüvenimizi yazmayı bırakmıştım. Bu ilham denilen olay da ne tuhaf bir şey.. Belki de olayın en acıklı ve dramatik taraflarını yazarken yeniden onu yaşıyor gibi olmaktan korkmuştum, ara uzadı bu arada da bir dolu şey oldu. Benim oğlum dünyanın en eğlenceli, maceraperest çocuğu sanıyorum. Terazi burcu evladım daldan dala maceralara koyulup bizi peşine takıp şifa arıyor. Bir de gidin bunu öğrenin diyor, sonra kendinize bana ve insanlara uygulayıp öğretin diyor. İnsan gerçekten de çocukları ile büyüyor. Büyümenin en önemli formüllerinden biri çocuk sahibi olmak..

Bizim aslanın doğumunda kalmıştık. Evimize gelip isminin konmasında. Çağatay’ı öyle çok istemiştik ki, özellikle ben. İnsan iç güdüsel olarak duygularının esiri oluyor sanıyorum bazen,kadın danışanlarımdan hep şikayet dinlerdim annem erkek kardeşimi ya da abimi benden çok seviyor diye. Bence bunun adı daha çok sevmek değil. Sanki benim yanımda bir erkek olacak duygusu bu.
Aynı şekilde erkeklerde de kızlarına karşı büyük tutku görüyorum. Sanıyorum burada da hayat boyu benim yanımda kalacak beni destekleyecek duygusu var. Belki de aynı cins olduğunda benden bir tane daha mı duygusu geliyordur, ben bunu zaten tanıyorum gibi..Neyse oğluma geri döneyim. Yüzünün bir yanı mosmordu ve beni anne olarak acıtıyordu. Emmesi azdı, sanki beni emerken güçsüzdü, gitgide emmemeye ve morlukları sarılığa dönüşmeye başladı. Eve geldiğimizin daha 2.günüydü, sarılık için hastaneye aldı babası. Test sonuçları yoğun sarılık çıktı ve babası hastaneye yatırdı. Bebeğimiz kendini sıkıp kasılmıştı ve eşim bunu kalsiyum eksikli olarak yorumlamıştı. Sarılık için ışık terapisine başlandı. Bu arada çeşitli uzman çocuk doktoru arkadaşları ile görüştü ve oğlumuzu onlara gösterdi. Sadece yoğun bir sarılık geçirdiği düşünüldü. Hastane odasında oğlum , küçücük çok çok az hareket eden bedeniyle,çırılçıplak ışık tedavisi alıyor, her gün tahliller yapılıyor , oğlum cansızlığından ağlayamıyor bile. Ben tahlil için kan alınırken odadan kaçıyorum ,dışarıda kapının önünde bekliyorum. Yanında babası, hemşireler ,anneannesi duruyor. Bulsam uzaya kaçacağım o anda. Sonra koşa koşa oğul inlerken sarılıp ona,dakikalarca kucağımdan bırakamıyorum..
Oysa ben şimdi sadece loğusayım. Yatağımda kucağımda bebeğimle uyumak, onu emzirip keyfini çıkarmak isterdim yaşamın, bana sunulan güzel armağanın.
Bir hamile kot pantolonum var, hala duruyor. Onu hiç unutmayacağım. Bana doğumdan sonra olan tek pantolondu ve aylarca onu giydim. Nedenini bilmiyorum. Öyle çok şey biliyor ki,öyle çok acı gördü ki o pantolon…O pantolonla hastane odasında küvezde ağlayarak çocuğumu izliyorum, hadi artık canlansın diye. Değerler düşmüyor. Tüm arkadaşları da olumlu olacak , doğum anındaki kanamada yoğun sarılık yaşamış diyorlar. Ağrılarım var mı yok mu hiç farkında değilim. Sadece hastane, oğlum, biz varız işte….. Geçmiş olsun, iyi ki doğdu ziyaretlerimize hastane odasında geliyorlar. Biz de süslü şekerlerinden veriyoruz herkese..
Hep hayalimde hiç yaşamadığım hayallerimi yapabilmek vardı oğlumla. Yapamadığım düğün, doğum şenliklerini onda yaşamak (hoş hala sonsuz umudum var) .Anne babaların hep böyle saçma sapan hayalleri vardır, yapamadıklarımızı yapsın. Bu işi bu kadar yaparken hala böyle düşünüyorum bazen işte. O bize hiç yaşamadığımız şeyleri yaptırdı ama çok farklı yollar ve yöntemlerle…..
Azar azar da olsa sarılık değerleri düştü ama sıfırlanmadı yine de sonunda hastaneden çıktık ve evimize geldik..Oğlum kilo alacağına kilo kaybetti. Bilirsiniz bir anne için bir gram kilo kaybetmesi çocuğunun ne üzücüdür. Eee kıtlık bilincinin torunlarıyız, genlere işlemiş aç kalacak korkusu……Oğlum ememedikçe , biz babasından gizlice mama yapıyoruz. Ağzına kaşıkla mama takviyesi yapıyoruz (Ay İsmail bu kısımları okumasa bari ,hala haberi yok ). Babası görecek diye korkudan ödümüz patlıyor.
Babam veya annem kapıda nöbet bekliyor , İsmail gelirse birisi öksürüyor, olayı anlıyorum ve anında toparlanıyorum.
Benim biricik kocam Edirne’de doğal yollarla, en az ilaç vererek iyileştiren doktor olarak tanınır. Bu yolu benimseyenler, kocamı seçerler.
Mamaya karşıdır, ısrarlıdır anne sütüne. Buna ve bu konuya gayretine sonsuz saygım var ama annelik başka bir şey sanırım. İlk yavrum kızımda bir damla mama vermeden 2 yıl emzirme süresi geçirdik. Kızım gerçekten çok sağlıklı şimdi, ilaç milaç bilmez. Azıcık gribal bir şey olsa, önemli değil bu, yarın geçer deriz ve gerçekten geçer. Ya da en fazla vitamin veririz, ardından bu ilaç çok güçlüymüş hemen geçiriyormuş deriz 2. Kaşıkta iyileşir.
Ama oğlumuzda hiçbir kural işlemedi. İsmail (kocam) çok haklı, onu normal bir çocuk sanıyordu o anda ve ona göre davranıyordu. Kuralları vardı İsmail’in, tüm ezberlerini bozdurdu babasının ve benim…
Tam bir ezberbozduran evlat….
Babası mama verdirmezdi, mecburen verdik. Babası yalancı emzik verdirmezdi mecburen onca fizik tedavi ve ağrılı operasyonda oyalansın diye, ağlaması azalsın diye verdik, yürüteç vermezdi yürüyebilsin diye yürütece koyduk. Yaşam gerçekten enteresan. Her şey, her kural insana ve duruma göre değişebiliyor . İnsanoğlu kurallara takılıp kalmadan ya da kurallara uymamak zorunda olmanın suçluluğunu bırakarak yoluna devam etmeli bazen.Bir bakıyorsun hayatta yapmam dediğin şeyin başrolündesin bazen..
Benim için çok değerli olan bir arkadaşımın sözünü hatırlarım daima “Bir şey sana iyi geliyorsa doğrudur. Bu iyi gelen ne olursa olsun”. Bi< de o an iyi geleni uygulamak zorunda kaldık Çağatayda.
Belki de diyeceksiniz ki hani bu çacuğun adı İsmail Toprak’tı nereden çıktı Çağatay. Zamanla onu da anlatacağım….
Bilmiyorum ki bazen öyle yorgun hissediyorum ki kendimi. Oğlumuzun öğrettikleri bize milyonlarca kattıkları mı yoksa bizim bildiğimiz geleneklerle, tabi ki çocuğumuz normal bir çocuk olup normal yolla hayata devam etmek miydi kıymetli olan…..Herkese Allah tarafından sunulmuş değişik bir plan var işte.. Benim duam herkesin çocuklarıyla yaşamın sunmuş olduğu planı kolay olsun.
Önce mama vermenin vicdan azabını iliklerime kadar hissettim. Çünkü annem beni de kardeşimi de 2 yıl emzirmiş. Ben kızımı 2 yıl emzirdim. Kuralı bozacağım, hak geçecek bir kardeş daha fazla benden almış olacak diye aklım çıkıyordu. Her an dua ediyordum. Lütfen Allahım oğlum 2 yıl emsin…
Benim oğlum hiç yaramaz olamadı. Diğer çocuklar gibi bizi hiç yormadı, hala da öyledir. İlgilendiğin sürece yaşama davet edercesine insanı mutluluk içindedir. Hep güler ve eğlendirir. Nasıl yapıyorsa bunu da anlayamadım hiç.
Fakat yaşam bizi onunla ilgili zorlu tünellerden geçirdi.
Günler geçti, oğlumuzun göbeği düştü.
İsmail’in göbeği Bulgaristan’da köyde düştüğünde , doktor gelmiş çocukları muayene ediyormuş. Doktor o anda anneme göbeğini kitap arasına koy benim gibi çocuk doktoru olsun demiş.Yora yora Allah vere, kocam 25 yıldır çocuk doktoru işte. AAA bak benimkini sormadım anneme, nerelere koymuş acaba..
Biz de büyük bir heyecanla, oğlanın göbeğini nereye koyalım, nereye koyalım. En iyisi en sevdiğimiz bizim için büyük bilge olan üstadımız OSHO’nun SIR kitabının arasına koyalım dedik. Onun gibi korkusuz,hayatı okuyan,okuduğunu yaşayan ve bilge biri olsun..Aman Allah’ım talebin büyüklüğüne bak, kolay mı oldu OSHO OSHO…….. Sanırım anne babalar hep ilgi alanlarına göre çocukları yönlendirmek istiyorlar. Zaman geçip onlarca şeyi yaşadıktan sonra, ben kimim ki onun işine karışacağım düşüncesine haiz oldum. Oğlum sağlıklı ve mutlu bir birey olsun fazlasıyla yeterli bizim için gerisi, seçimleri ona kalmış……..


Neyse göbek hala SIR kitabının arasında duruyor . Yaradan onun için ne planladıysa öyle olsun. En güzelinden, en kolayından yaşam sürsün bundan sonra.
Bir gün İsmail işten eve geldiğinden oğlumuzun başındaki şişlik bir anda inivermişti ve ön frontal bölgede kemiklerde üst üste geçme vardı. İsmail emziremiyorsun susuz kaldı dedi. Zaten evde her gece şöyle emzir böyle emzir konuşmaları var. Ben diyorum ki anneyim daha önce 2 yıl emzirdim , İsmail diyor ki yeterince ememiyor ben doktorum biliyorum… Neyse keşke emziremediğim için olsaydı bu olay…
Bir süre sonra iyice indi şişlik ve kafa tasındaki tüm kemikler üst üste geçmişti. Aman Ya Rabbim bu ne hal . Böyle bir şey ne duydum ne gördüm. Çok enteresan böyle bir baş eşim de görmemiş hiç, 20 yıllık doktorluk hayatı var ve binlerce hasta öyküsü. Niye yollamamıştı böyle bir vakka Allah ona acaba. Müthiş bir telaş ve anlama çabası var ikimizde de. Bize ne derler acaba, nedir bunun anlamı şimdi, oğluma bir şey olacak mı ??????????
Bu arada Facebooktan bir anne hikayesi :


Annelik hikayesi ...

1. Okudum ki: Doğduğunda mutlaka sadece anne sütü verilecek. Yoksa biberona alışabilir veya "emzik karıştırma sorunu" yaşayabilirmiş.Yaşadım ki: Bebişin kilosu önemli miktarda azalır ve doktor formula ver derse, aynen formula takviyesini dayıyormuşuz.2. Okudum ki: Sallayarak uyutmaya alıştırmamak lazımmış.Yaşadım ki: İlk 3 ay bebişin uyuması için her yol mübahmış.3. Okudum ki: Bebeğimizi memede veya biberonda uyutmamak lazımmış.Yaşadım ki: Bebiş uyuyacaksa uyusunmuş, ister memede, ister biberonda, ister bacakta sallanırken...4. Duydum ki: Aman her gak guk dediğinde bebeği kucağa almayın; kucağa alışırmış, şımarırmış.Yaşadım ki: Kucağa alışma diye diye birşey yokmuş. bebişimizi bol bol kucaklayıp, sarılıp öpecekmişiz. Güven duygusunun gelişmesi için ağladığında cevap verecekmişiz. Sonra çombak zaten kucaktan kaçmak için solucan gibi kıvranacakmış.5. Okudum ki: 6-7 aylıktan sonra gece beslemelerini kesecekmişiz.Yaşadım ki: Bu lafi edenler yavrularımız gece uyanıp ağladığında mıçlarında pireler uçuşarak beşinci uykularını uyuyorlarmış. Biz ise gidip güzelce beslemeye devam ediyormuşuz.6. Okudum ki: İlk dişler ortalama 6. ayda çıkarmış.Yaşadım ki: İlk dişler 11. - 12. ayda da çıkabilirmiş.7. Okudum ki: Bebeklere TV seyrettirilmemesi gerekirmiş.Yaşadım ki: Yavruya yapılacak başka animasyon kalmadığında ve yavru sıkıntıdan sınır küpü olduğunda (az da olsa) TV imdadımıza yetişirmiş.8. Okudum ki: 1 yaşını geçtiğinde biberonla süt/su vermeyi bırakmak gerekirmiş.Yaşadım ki: Başka türlü süt içmeyi kabul etmiyorsa biberonla vermeye devam edilirmiş.9. Duydum ki: Çocuklar 1 yaşından evvel tuvalete alıştırılabilirmiş. (Ya da: annem, ben, kardeşim vs)Yaşadım ki: Yavru hazır olmadan hiçbir şeyi zorla yaptıramazmışsınız.10. Düşündüm ki: Biyoloji bilgilerime dayanarak ailede çoğunluk sarışın ise ben de kabak kafalı bebish bekleyebilirim.Yaşadım ki: Çocuğun kesinlikle sana benzemeyebilir hatta uzak atalarından birine bile çekebilirmiş.11. Düşündüm ki: Sonsuza kadar yavruşumu emzireceğim.Yaşadım ki: Sütüm tahminimden evvel azalabilirmiş, hatta kesilebilirmiş.12. Düşündüm ki: Bunların hepsini ben tek başına yaparım. Kimseye ihtiyacım yok.Yaşadım ki: Annem olmasa bu çocuk 2 aylık olmazmıs. Belki olurmuş ama o zaman ben böyle olmazmışım.13. Duydum ki: Ooooo onların zamanında onlar yokmuş, bunlar yokmuş, annelik çok zormuş.Yaşadım ki: Annelik hala zor.(Yazı internetten buluntu)
Çünkü kalbin yaydığı elektrik akımı (EKG) beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kat daha kuvvetlidir.
Kalbin manyetik alanı ise beyinden beş bin kez daha kuvvetlidir!
Bunu bilmek neden önemli?
Çünkü ancak tüm kalbinizle inandığınız ve duygularınızla desteklediğiniz şeyler gerçekleşecektir.
Burak Özdemir çok güzel bir yazı yazmış,acaba bu acılarının içinden güçlenerek çıktıklarının farkında mıydı bu insanlar. Bence farkında olsalar çok güzel olurdu. O özel çocuklarının yada acılarının onları ne kadar büyüttüğünü görseler. Benim Çin burcum da yılan ya, yılan kendin feda eden kurban edendir, sağlık işareti bile yılanlıdır ..Bunları yazmayı da o yüzden kendime görev biliyorum, ihtiyacı olanlar yararlansın inşallah. Tombul erkeğim Çağatay çok tatlı oldu maşallah. Bu günlerde geceleri onunla,kızım kankalarım Remziye ve Ebruyla Darül Hadis Camiine gidip su ,meyve suyu ikramı yapıyoruz..Sonra dualarımızı ediyoruz, gece saat 01’e kadar oralardayız. Ölmüş şehzadelerin mezarları da var orada .Akşam bir şey oldu. Namaz bitti teyzenin biri arkadaşları ile konuşuyor.Bu camide edilen duaların hepsi kabul olurmuş diye. Eğer bu doğruysa evrende hiç tesadüf yoksa , boşuna gitmiyor insanın ayakları o camiye, imamı da bir süslemiş camiyi gördüğüm, en sempatik, en bakımlı cami vallahi..


06.08.2013
Bu gece yeni ay var. Yeni ay yeni dileklere gebe, yeni dileklerin olmasına gebe….
Bu gece için neler yazmışlar sizle paylaşmak istiyorum. Yeni aylarda ,dolun aylarda kocaman denizler ummanlar bile etkileniyor da insanoğlu etkilenmez mi ? Tabi ki etkileniyor.. Her dolunayda Çağatayımdan sonra çalışma yaptık düzenli olarak. Dolunayda bırakmak istediklerimizi, yeni ayda yen oluşturmak istediklerimizi yazdık kağıtlara. Meditasyonlar, Esma’ül Hüsnalar yaparak yazdığımız kağıtları yaktık. Yaktığımız kağıtlar , yanmalarıyla ateş elementini oluşturdular. Sonra yaktığımız kağıtları su ile söndürürdük, su elementini kullandık. Kalan artıkları dışarı çıkarak havaya savurduk. Burada da önce hava elementini kullanmış olduk, sonra parçalar yere düştüğü için toprak elementini kullanmış olduk.Tüm elementlerin bir arada kullanılması güçlü bir enerji yaratıyor çalışmalarda…Hz. İsa ama kişinin gözlerini iyileştirmek için önce kişiye ısrarla sormuş. Gerçekten görmek istiyor musun? Buradan da anlıyoruz ki şifada bizim ısrarımız yoktur. İnsanın gerçekten istemesi vardır. Bir de kişinin bir şeyi istediğini zannedip, içsel olarak yaşadığı acıdan beslenip istememesi vardır. Bazen de bizim ruhun tekamülüne karışmamız ve ısrarla başkasının yerine şifa dilememiz vardır. Halbuki olmuyorsa mutlak hayrı vardır. Ama gel bunu kalbine anlat, gel bunu zihnine ve egona anlat. Biz Allah’ı evreni hep zorlarız. Benim dediğim gibi yap, benim dediğim gibi yap diye, oysa olmayan bir şeyde daima hayır olduğunu gördüm hep. Neyse İsa ‘ dan devam edelim kişi gerçekten görmek istediğini bildirdiğindeHz. İsa’ya, isa tükürüğünü yere sürmüş toprakla karıştırp, duasını edip kişinin gözlerine sürmüş ve kişinin gözleri açılmış. Duyduğunda insana iğrenç geliyor ama düşündüğünde tükürükte 3 element var.Hava,su ve ateş, toprağa tükürmesi de toprak elementini temsil ediyor, tüm elementler onun dua enerjisiyle birleşmiş kısacası..Kendi dolunay ve yeni ay çalışmalarına gelirsek eğer niyetlerimizi hep olumlu şekilde yaptık. Olumsuz cümlelere yer vermedik. Cümlelerimizi şimdiki zamanda kurduk, olacak gibi cümleler hiç kullanmadık. Yazdıklarımızı hayal ettik,hayal ederken de mutlaka duygu kullandık. Bilim adamları kalpte de beyin gibi sinampslar olduğunu fark etmişler. Ne dilersen dile, bunu mantık seviyesinden kalp seviyesine taşı!
Bu güne kadar ne enteresandır ki, Allahtan ne dilediysem oldu, 21 aydır da ısrarla Çağatayıma dilyorum şifayı. Oğlumun en hayırlı şekilde iyileşebilmesini……
Bu günlerde şöyle bir duygu içindeyim.. Biz Joao’ya gittiğimizde ve bana göre böyle bir olay yaşamak mucizenin ismiydi, hoş hermetik simya hocamız mucizenin olmadığını sadece Allahın bize verdiği fabrika ayarlarımıza geri dönüşün olabileceğini söylüyor. Zihnin eskiden beri getirdiği korku ve endişeleri terk ettiğimizde gerçek ruh ve kalp gelir bunların hamuru sevgidir ve bu hamura ulaşınca mucize denilen şey görünür olur. Tabi bunları anlatırken bir sürü kişi hadi canım diyecek,bu kadar kolay mı ? Tabi ki kolayca yazılan bu durum bu hal sadece büyük üstatlara nasip oluyor belki de..Bütün nihai amacımız buna dönebilmek. Benim için zor oldu, herkese kolayca nasip olsun inşallah. Joaodan devam edeyim orada onun sürekli tekrarladığı cümle şifayı veren Allahtır dı. Ben hiçbir şey yapmıyorum yapan Allahtır. Özel psişik ameliyatlara seçilenler de Allah tarafından bana söylenenlerdirdi. Anladım ki orada benim çocuğum Allah tarafından seçildi, gerisi de ,ne kadar iyileşeceği de Allaha kalmış. Kısacası ben oğlumu Allaha teslim ettim. Etmenin de huzuru içindeyim. Bu güne kadar ki tüm çabalarım tamamen başaramadım menşeiliymiş. Bir annenin başaramadım duygusu ne acıdır. Ne yapsam olmuyor ben gerekli olanları yapıp, doğru yerlere ulaşamadım duygusu. İçinde barındırdığın suçluluk duygusu. Ondan mı oldu, bundan mı oldu duygusu. Her yeni bulduğun teknikte ay geç kaldım. Daha önce bulsaydım farklı olur muydu duygusu insanı içine alır , kasıp kavurur. İçinden çıkılmaz bir bulmacaya dönüşür hikaye. Aç gözlü olduğuma karar verdim, dünyanın bütün terapilerini en hızlı şekilde yalayıp yutmalıydım sanki, hiç olabilir mi böyle bir şey mümkün müdür ki. Her şeyi yapsak ta bir yere kadar gücümüz var. Rabbin izin verdiği yer orası da….Gazetelerde Joao ile ilgili haberlerimiz çıktı boy boy. Bilirsiniz köpeğin insanı ısırması haber değildir de insanın köpeği ısırması haberdir ya , bizim haberimiz de doktor baba şifacıya gitti olarak adlandırıldı. Biz bu haberin duyulmasını istedik. Neden şifası bulunamayan bir kişiye ışık olursa Joao biz mutlu olacağız. Ardından bize telefonlar gelmeye başladı. Bu tür sıkıntıları olan kişiler bizi aradı ve arıyorlarda. Hepsi değişik mesleklerdendi. En önce fark ettiğim hepsinin acayip bilgili olmasıydı bu konularda. Bir doktor gibi tıbbi ve bütüncül tıbbi yöntemleri öğrenmişlerdi. Deneyimleri bilgelikleri önlerinde saygıyla eğilinecek türdendi..Ver hepsi de beni de aydınlatmak istiyordu. Biz şunu yaptık siz de biliyor musunuz? Biz bunu yaptık denemek ister misiniz türündendi. Anladım ki dünya üzerinde normal kabul edilen çocukların aileleri nasıl birbirlerine okul kitap vs.tavsiyelerinde bulunuyorlarsa, burada da aynı durum söz konusuydu. Ruhları nasıl da büyümüştü, nasıl da güzelleşmişti. Mesela dün yürüme robotu diye bir şeyin olduğunu öğrendim. 3 yaşından büyük beyin felçli,yürüme engelli herkesin girebileceği makineler ve çok güzel sonuçlar alındığını öğrendim. Çok az gören insanlar için göz fizyoterapisi olduğunu Almanya’da 3 boyutlu,ışıklı makinelerin olduğunu ve karanlık odada bunlarla çalışılmasının yararlı olduğunu.. Her arayan ayrı bilgi veriyor ve bunların paylaşılmasını istiyor.. Varoluş her türlü yokluğun içinden güçlenerek çıkmaktır diyor
Mevlananın bir sözü var. İşlerin ters gittiyse duanın zamanı gelmiştir diye, insanın dönem dönem inandığı şeylerle baş başa kalması gerekiyor bence. İnancı ne olursa olsun ona iyi gelenle kendini güçlendirmesi gerekiyor. Yani dolmadan boşalamazsın, boşalmadan da dolamazsın işte……
İnsan böyle bir acı başına geldiğinde istisnasız her yolu deniyor. Bence denemelidir de. Bize herkes durun artık yeter dese de kendimizi kontrol edemedik. Bazı ebeveyn olan , kalbiyle hareket eden arkadaşlarımız kimse sizi bu konuda ikna edemez içinizin sesi dur diyene kadar durmadan devam edeceksiniz demişti. Güzel söz sanırım bende danışanlarıma başımıza gelen bu olaydan sonra bunu söylerdim artık durman gerek ama kalbin sana dur diyene kadar her yolu deneyerek yoluna devam edeceksin diye. Yola devam etmek derken aklıma geleni anlatmak istiyorum. Yıllardır bu kişisel gelişim ve şifa camiasının içindeyim, bazıları gönlüme değdiği ve gerçek şifacı diyebildiğim kişilerdendir. Bunlardan biri de Cenk Sertdemir’dir. İsmi gibi sert ama dibine kadar samimidir,işini çok iyi bilir. Gerçeği yüzüne apaçık söyler çekinmeden. Çağatay 7 aylık olduğunda İstanbul’da Mehmet Hocada eğitimim vardı. Suadiye Residance Çağatay’ın ne hikayelerine şahit oldu. Doğduğu günden itibaren tüm derslerimde onu da götürüyordum. Hotelle sınıfımın binası yan yana, bu konuda çok rahat ettik. Her ders arası gider onu görür, emzirir gelirdim. Öyle şanslıyım ki müthiş arkadaşlarım var, hepsi de bu işlerle ilgileniyor ders arasında gelirler ve bir çalışma yaparlar sonra geri dönerdik. O günlerden bir gün Cenk bizi kırmadı ve geleyim görüşelim dedi. Fakat Çağatay ile ilgili hiçbir şey bilmiyordu, neden yanımıza geldiğini de bilmiyordu. Ziyarete geldiğini biliyordu sadece. Gelirken eşini de almış yanına ve eşinin ruhlarla konuşabilme özelliği varmış. Hotelin merdivenlerinde Çağatay onunla iletişim kurmuş. Lütfen söyle annemle babama İsmail Toprak ismini değiştirsinler, ikisini de beğenmiyorum demiş. Sonra odamıza geldiler. Cenk Çağatay’a çalışma yaptı oğlunuz iyileşecek, koşturup durmayın,ona güvenin dedi. Hangi anne baba çocuğunun büyüdüğüne inanmış, gücüne inanmıştır ve onu bu haliyle özgür bırakmıştır acaba diye düşündüm,onun başına gelseydi ne yapardı acaba. Durun artık durun dedi. Bize kendi hikayesini anlattı. Biz Almanyadayken, annem bana hamileliğinin son günlerinde merdivenlerden yuvarlanmış, sanırım ben de oğlunuz gibi travma geçirmişim ve 2.5 yaşıma kadar hiç yürümemişim, şimdi bana bakın ne kadar güçlüyüm dedi. Beni bu hikaye öyle rahatlattı ki anlatamam size. Zaten bizim yolculuğumuzun içinde bu tarz hikayeler beni hep umutlu kıldı, daha ileriye taşıdı, inancımı güçlendirdi. Sıkıldıkça engelli olup onu aşmış insanların hikayelerini okudum ve dinledim……
Cenk yıllar önce bir gün Rusya’ya Kızıl’a gitmiş, orada Türk Şamanlar yaşıyormuş. Kızılda Şaman Şifacılar varmış. Cenk’in gezisi sırasında buraya gel ve şifacı ol demişler. Sonra yine gitmiş ve 3.5 yıl kalıp Ruslar tarafından psişik şifacı ünvanı almış.
Oğlumuza enerji çalışması yapıp, koluna bir kırmızı ip bağladı. Bu ip kendi kendine kolundan kopana kadar çıkarmayın dedi ve sonra oğlunuzun dediğine kulak verin ve ismini değiştirelim dedi. Sonra doğum sayılarına baktı ve bu çocuğun su enerjisine ihtiyacı var dedi. Su gibi çağlayan bir isim olsun ÇAĞATAY koyalım dedi veee ismini Çağatay koyduk. Bizim için hoş görünse de karşıdan radikal ve iç acıtan bir karardı ama mantıklı düşündüğümüzde herkesin kendi ismini koyma özgürlüğüne sahip olması gerektiği duygumuz vardı. Aylar sonra sevdiğimiz Tarihle ilgilenen bir arkadaşımızdan Çağatay’ın Cengiz Hanın oğlu olduğunu ve Cengizin Deniz anlamına geldiğini öğrendik. Denizin oğlu Çağatay….İsmi koyulduğunda eşimle ikimiz Çağatay bugün ilk defa doğdu dedik. Bugün her şey çok güzel ve o sağlıklı Çağatay olarak hayatına devam edecek. Cenk ve eşini alıp en sevdiğimiz mutfak olan Çin mutfağına gittik ve kutlama yaptık. Bir süre insanlara oğlumuzun ismini değiştirdik demek bize sıkıntı verici geldi, titrek seslerle gizli saklı söyledik insanlara ve oğlumuza Çağatay’ı. Yaşam insanı her şeye alıştırıyor ve sonra buna da alıştık.
Oğlumuzun başının şişliğinin inip bizim yaşadığımız şoktan devam etmek istiyorum(yaklaşık 1 aylık olduğu döneme)
Alık balıklar gibi bakınıyorduk boş boş ve çaresizce dünyaya.Önce gidip Devlet Hastanesine başına ultrason çektirdik, tüm korkumuz beyninde hasar olmasıydı. Ultrasonda bir şey çıkmadı ve beyin iyi durumda dediler,biz biraz ferahladık. Ama başındaki kemiklerin durumu için hemen Edirne Tıp Fakültesine koştuk. Eşimin değerli arkadaşı Dr. Ülfet oğlumuza baktı ve bu kranyosinostozis galiba dedi. Bunun için kemiklere bakmamız gerek ve tomogrofi çekilmesi gerek. Öyle üzgünüz ki ne olacak şimdi, Allahım ne olacak şimdi, biz bu çocuğu öyle çok istedik ki, bu mu gelecekti onun başına, bu mu gelecekti bizim başımıza.Yüreğimiz yangın yeri. Bu yaşıma kadar onca sıkıntı,acı , cefa gördüm hepsi de ne anlamsızmış, ne boşmuş, ben onlara mı üzülmüştüm.Ne boş şeylerle uğraşmışım, yaşadığım her şeyin yaşanılabilir ve geçebilir olduğunu görmüştüm sonuçta ama bu ne olacak şimdi, oğlum ne olacak şimdi,biz ne olacağız şimdiiii….. Yanıyorum,yanıruzzzzz….Hiçbir şey acımı dindirebilecek güçte değil..
Kranyosinostozis denen şey, kafatasındaki bazı kemiklerin yapışık olmasıymış ve ameliyatla kemiklerin ayrılması gerekliymiş. Yoksa beyin büyüyemezmiş. Kemikler açıldıktan sonra aylarca başında kaskla gezmesi gerekliymiş. Tomografi için bile bu kadar küçükken, böyle büyük bir ameliyatı nasıl yaşar bu bebekkkkkk, benim bebeğimmmmm???????
Akşam eve geldik, bebek kucağımda, kontrolsüz ağlıyorum, ağlıyoruz, bebek kucağımda öyle masum ve güzel ki…Ne oldu şimdi, doğumdan daha 4 gün önce doktora gittik, oğlumuza kapsamlı baktı doktor ve her şey mükemmel dedi. Görünmezmiydi, bu kafatasının kemikleri yapışıksa ultrasonda…
İnternet başında ağlayarak saatler geçiriyorum. Nedir bu kranyosinostozis, babası başka köşede bilgisayarda..Dünyadaki bütün makaleleri okuyoruz vakaları ameliyatları seyrediyoruz..
Elimizde mezura her dakika başını ölçüyoruz, bir milim büyüme yok. Küçücük bebeğim sanki anlıyormuş gibi ve bana göre mutlaka anlıyordu mezurayı hissettiği anda ağlıyor sanki lütfen artık beni bırakın der gibi.
İsmail ve ben birbirimizi üzmemek için gizli gizli ölçüyoruz kafasını büyüme yok , ne olacak şimdi. Bir yandan da başkaları ne der korkusuna giriyor egomuz ve başını her zaman kapalı tutyoruz. Daima başında şapka var. Sonradan öğrendik ki , bıngıldak bebeklerin Allahla, evrenle bağlantı kanalıymış ve bebeklerin o bölgeleri zaten açılıp,gösterilip ellenmemeliymiş. Ama kemikler öyle birbirinin üstüne geçmiş ki çocuğumuzun açık bir bıngıldağı yokkkkkkkkkkk……..
Almanyadan kuzenim ,canımın yarısını arıyorum sürekli yada o beni arıyor. Nerede ameliyat ettirilebilir , ne yapılabilir diye. Bilgisayarda kranyosakral diye bir sistem gördüm Alman icadıymış, kafatasına çalışılıp, kemikler esnetilebiliyormuş. Alman bir doğum hemşiresiyle görüşmüş kuzenim ayrıca ne acıdır ki bizim ülkemizde hala bulunmayan homeopatik ilaçların içinde Arnica Montana diye bir ilaç varmış, eğer iç kanama varsa hemen alınırsa kanamayı durduruyormuş. Yani biz doğum anında beynin içinde kanama olduğunu anlasaydık ve bu ilacı verebilseydik eminim ki, hasarlı bölgeleri çok daha az oludu oğlumuzun…Hemşire Arnikayı Seraba söylediği gibi, Serap alıp yolladı ama bizim için çok geçti aslında. Beyindeki kanama geçeli günleeeerrr olmuş, geçmiş ola. Yine de verdik. Bu arada İsmailin homeopatiyle ilgili hiç bilgisi yok tabi haklı olarak, çünkü bizim ülkemizde geçerli değil hala. Yeri gelmişken homeopati nedir diye kısa bir not düşeyim sizlere Şaduman Karacanın kaleminden.
Homeopati eski yunancadan gelir ve homeos (= benzer) ile pathos ( = acı çekmek, hastalık) kelimelerinden oluşur, benzeri benzer ile tedavi etmek anlamina gelir.
Yaklaşık 200 yıldan beri Avrupa, Amerika ve Hindistan’da yaygın olarak uygulanan bu Doğal Tıp ( veya Alternatif Tıp) yöntemi insanı bir bütün olarak ele alır ve asil olarak semptomlardan ziyade insanı tedavi etmeyi amaçlar. Homeopatik tedavide, doğanın değişik alanlarından seyreltilerek elde edilen ilaçlar, kişinin kendi kendini doğal bir şekilde iyileştirmesi için vücuda ivme verir. Bu tedavi şeklinin etkili bir yöntem olduğu sağlıklı insan üzerinde binlerce kez ispatlanmış olup bilimsel bir sistem olduğu kabul edilmiştir.
Homeopatik ilaçlar; bitkilerden, hayvanlardan, minerallerden ve insanlara veya hayvanlara ait hastalıklı dokulardan yüksek oranda seyreltilerek etkin hale getirilir. Belli bir seyreltme noktasından sonra artık ilacın elde edildiği madde yok olur ve sadece onun enerjisi veya o maddenin ruhu olarak nitelendirebileceğimiz kısmı kalır. Bu bağlamda ana zihniyeti şu şekilde açıklayabiliriz: sağlıklı bir insanda hastalığa yol açan bir madde çok az miktarda alındığı takdirde sözkonusu hastalığı hasta bir insanda tedavi eder. Bu süreç içinde hasta insanın sahip olduğu yaşam gücü aldığı ilaçla dahada güçlenmek için harekete geçer ve vücudun kendi kendini iyileştirmesini sağlar.
Homeopati kendi başına bütünsel bir tedavi sistemi arzetmektedir. Her ne kadar tanımlanırken aşı mantığı üzerinden açıklanmaya calışılsada esasen bir aşı uygulaması ile alakası yoktur. Homeopatik ilaç ile yukarda açıklandığı üzre maddelerin seyreltilmiş ve maddesellikten uzaklaşmış formları kullanılmaktadır. Aşı da ise hastalık ajanları ölü veya canlı olarak direkt vücuda verilir ve vucut bunlara karşı koyabilmak için ankor üretir. Homeopatide ise adeta verilen ilaç ile o maddenin enformasyonu üzerinden yalancı semptom oluşumuna yol açılır ve bu semptomu yok etmeye çalışırken vücut esas hastalığıda ortadan kaldırır. O nedenle homeopatik ilaçlar sağlıklı insanlar üzerinden denenerek olumlu sonuçlar sonucu simya kitaparına (Materia Medica) alinmıştır. 
Homeopati genelde hastalık semptomları olması durumunda uygulanmaktadır. Sadece kanser durumunda aile anamnezinde yoğun kanser vakaları var ise ve söz konusu kişide de sistemsel zayıflıklar gözlemleniyorsa kanser koruması kullanilır, fakat bu maddesel değildir, daha ziyade o kişinin kanserden korkusunu yatıştırmak içindir. Dolayısı ile de önemli oranda kanser oluşumunu engellediğini deneyimlemekteyiz. Fakat kanser vakası durumunda kanser aşısı olarak homeopatik ilaç kullanılmaz. Ancak Antropozofik Tıp eğitimli homeopatlar veya hekimler ökseotu preparatları ile özellikle ökseotu iğnesi ile Almanya'da oldukça başarılılar. Unutmamak gerekirki Antropozofik tedavi sürecine girmiş bir hastaya bütünsel yaklaşıldiğı için tedavi sürecini olumlu şekilde etki eden daha bir çok tedavi yöntemi de uygulanmaktadır. İşte bunların tamamının sonucu tedavilerde başarı elde edilmektedir.   
Homeopatik tedavi genelde akut veya kronik hastalık tedavisi şeklinde uygulanır. Özellikle kronik hastalıkların tedavisi hastanın genel yapısına yani konstitusyonuna hitap eden bir ilaçla yapılır. Bu tedavinin süresi ise hastalığın aşamasına, o ana kadarki uygulanan diğer agresif tedavi yöntemlerindeki alınan ilaçlara, vurulmuş olan aşılara ve hastanın gösterdiği çabaya göre değişir.
Homeopatik tedavi şekli detaylı bir görüşme (ilk anamnez) sonrasında tamamen hastanın yapısına ve hastalığın karakterine göre homeopat tarafından belirlenir. İlk anamnezle birlikte hasta ve uzman homeopat ortak bir gelişim/değişim sürecine girerler ve hasta kendini iyi hissettiği zaman bu süreç tamamlanmış olur. Homeopatik ilaçların alınma sıklığı da hastanın durumuna göre değişir. Bazı ilaçlar bir kereye mahsus verilir, bazıları her gün ve bazıları ise gereken durumlarda alınır. Hasta tamamen kendisini tedavi eden uzman homeopatın talimatı üzerine hareket etmelidir. Bu arada uzman homeopat hastanın uyması gereken diğer hususlar konusunda hastaya da bilgi verir. Hasta bu hususlara uymalı ve uzman homeopatına kontrol görüşmelerinde durumundaki gelişmeleri rapor etmelidir.
HOMEOPATININ SINIRLARI VE BAŞARILARI
Her tedavi alanında olduğu gibi tabiiki homeopatininde sınırları vardır ve gerektiğinde diğer tedavi yöntemleriyle beraber çalışmalıdır. Kanser gibi hastalıklarda kanserin aşaması ve bazı hastalıklarda vücudun yıpranmışlığı tedavinin başarısını belirler. Ya da ağır organ hasarı sözkonusu olan bir hastada başka yöntemlerinde tedaviye dahil edilmesi gerekir. Diğer yandan homeopatik tedaviyle uyuşmayan durumlarda var. Örneğin hasta düzenli olarak Antibiyotik, Kortizon, iltihap dindirici vs. alıyorsa homeopatik tedavi başarılı olamayabilir. Ayrıca çok nadir de olsa bazı insanların homeopatik ilaçlara karşı aşırı hasassaslığı ya da aksine duyarsızlığı gözlemlenmiştir. Bu konuda homeopatlar farklı görüşlere sahiptirler.
Homeopatinin başarı gösterdiği alanların bazıları:
  • Migren ve diğer baş ağrıları
  • Çocuk hastalıkları ve gelişim problemleri
  • Alerjiler, Cilt hastalıkları
  • Solunum yolu hastalıkları, Astım
  • Romatizma, eklem ve kemik hastalıkları.
  • Depresyon, Panik atakları, korkular,
  • Uykusuzluk, değişik kriz dönemi problemleri
  • Üşütmeye yönelik hastalıklar, Grip ((Üst Solunum Yolları Enfeksiyonları -ÜSYE)
  • Kadın hastalıkları, menstrual düzensizlik
  • Kadınlarda buhran dönemi, menopoza giriş zorlukları
  • Kıskançlık, ağır üzüntü,
  • Kanser önleme, kanserin tamamlayıcı tedavisi ve kemoterapi sonrası tedavi
  • Degişik organsal hastalıklar (kalp, sindirim sistemi, akciğerler, kemik, kas vs.)
  • Psikosomatik hastalıklar
  • Şeker, Karaciğer hastalıkları
  • Böbrek ve idrar yolları hastalıkları
  • Ve başka birçok hastalık
Tarihden Günümüze Homeopati
Homeopati “maddeler seyreltildikçe etki güçleri artar“ prensibine dayanmaktadır.- Bu prensip tarihte ilk defa antik Yunan döneminin en tanınmış hekimi olan Hippokrates tarafından farkedilmiştir. Daha sonra bu doğa yasası 16. yüzyılda Alman gezgin, Hekim ve Simyacı Paracelsus tarafından oldukça yoğun bir şekilde araştırılmıştır. Fakat bu doğa prensiplerini ilk defa Doktor, Eczacı ve Kimyacı olan Samuel Hahnemann kendi üzerinde yaptığı denemelerle doğrulamış ve bu gücü hastalıkların tedavisinde kullanmayı bir bilim haline getirmiştir.
Christian Friedrich Samuel Hahnemann 1755 de Almanya’nın küçük bir şehrınde Meissen’de ( bugün Dresden’e bağlı) doğmuş. Tıp, eczacılık ve kimya öğrenimlerini bitirdikten sonra kısa bir süre hekim olarak çalışmış ve müteakiben bu şekilde doktorluk yapmayı red etmiş ve bildiği 7 lisanla çeviri yapmayı tercih etmiştir. Çeviriler esnasında Kınakına ağacının (Latinamerika’nın tropik bölgesinde yetişir) kabuğunun sağlıklı bir insan tarafından alındığında malarya ( sıtma ) hastalığına benzer semptomlar gösterdiğini öğrenmiş ve kendi üzerinde bunu defalarca denemiştir. Bu şekilde tedavi yapılması kanısına varıp bir dizi deneme ve olumlu sonuçlar aldıktan sonra bunları ana eseri olan “das Organon“ adlı kitabında bilimsel bir hale getirmiştir. Böylece Homeopati modern ve doğal bir tedavi yöntemi olarak doğmuştur.Hahnemann uzun süre Almanya’da Homeopat olarak hasta kabul etmiş ve hayatının sonuna kadar (1843 / Paris) yaptığı araştırmalar hakkında çok sayıda kitap yazmıştır.
Hahnemann klasik Homeopatide üç temel prensibi öngörüyor.
  1. Benzerlik prensibi: “Similia similibus curentur“ “Benzeri benzer ile tedavi etmeli“
  2. İyi bir homeopatik ilaç tanımlama bilgisi
  3. Bireysel hastalık şeklini tam kavrama ve detaylı bir anamnez
Hahnemann; Homeopati tedavi yöntemini klasik Homeopati olarak bilimsel bir sisteme oturtarak tıp tarihine ve insanlığa büyük bir hizmette bulundu. Homeopatlar günümüze kadar Hahnemann’ın açtığı yoldan gidip Homeopatiyi dünyanın her tarafına yaydılar ve uyguluyorlar. Böylelikle değişik ağırlık noktalarıyla birçok akım Hindistan, Latin Amerika, Kanada, ABD ve Avrupa’da oluştu. Bu oluşum bize homeopatinin günümüz koşullarına göre yani hastalıkların komplike oluşlarına göre Hahnemann’ın zamanında tahmin bile edilemeyen bir çok gelişmelere açık olduğunu gösteriyor.
Kranyosakral yaptırın dediler ya bize güya kamikleri açtıracağız, sadece Almanyada var sanıyoruz bu kranyosakralı, Almanya’ya gitme planları yapıyoruz. Doktorlarla görüşüyoruz,uzun süreli tedavi diyorlar kranyosakral için…Bu arada kranyosakralında ne olduğunu yazayım sizlere, alternatif terapi sayfasından aldığım bilgilerle :

Kraniosakral terapi, vücudun kafatası ve bel kemiği bölgesinin, kemikler, sinirler, sıvılar ve bağ dokularını kapsayan kraniosakral sistemi dengelemek için çok hafif dokunuşlar kullanan bütünsel bir iyileştirme uygulamasıdır. Kraniosakral terapi, kraniosakral sistemle ilgilenir. Bu sistem, dura mata adı verilen, vücudun derinlerindeki bağ dokusunun aralıksız bir zarıyla birbirine bağlı olan kafatası, omurga ve kuyruk sokumunu içerir. Dura mata aynı zamanda beyin ve merkezi sinir sisteminin de etrafını çevirmektedir. Kraniosakral terapi William Garner Sutherland'in 1899'daki çalışmalarına dayanarak, 1983'te Dr. John Upledger tarafından geliştirilmiştir. Sutherland, beyne ait omurilik sıvısının, dura mata bölgesinde yükselip alçaldığını fark etmiştir. Bu harekete primer solunum etkisi adını vermiştir. Bugün ise kraniosakral ritim (KSR) veya kraniyal dalga olarak adlandırılmaktadır. Kraniosakral terapistleri, kafatasının altına veya kuyruk sokumuna yavaşça dokunarak vücuttaki kraniosakral ritmi kolaylıkla hissedebilirler. Seans sırasında, kraniosakral ritmin oranı, titreşim genliği, simetrisi ve akış kalitesindeki bozuklukları hissederler. Bir terapist, KSR’nin akışını dengelemek için çok hassas dokunuşlar kullanır. Beyin omuriliği sıvısı özgürce hareket ettiği zaman, vücudun doğal iyileşmeye yanıt vermesi başlar. Bir kraniosakral seans genel olarak 30-90 dakika kadar sürer. Hasta, üzerindeki kıyafetlerle bir masaj yatağında uzanırken, terapist nazikçe KSR akışını düzenler.

Upledger, kraniosakral terapi seansında kullanılabilecek çeşitli teknikler tanımlamaktadır. İlk teknik, enerji kistini serbest bırakmaktır. Bu teknik, hastanın vücudundan yabancı ve bozucu enerjilerin salıverilmesini sağlayan pratik bir metottur. Enerji kistleri, yakın oldukları bölgelerdeki doku ve organların aksaklık yaşamasına neden olabilirler. Terapist bu kistleri hastanın vücudunda hisseder ve nazikçe enerji engelini kaldırır.

Sutherland, enerjinin yönlendirilmesi adını verdiği ikinci bir teknikten bahsetmiştir. Bu teknikte terapist, enerjiyi bir elinden hastaya, oradan da diğer eline aktarmaktadır.

Üçüncü tekniğe miyofasiyel salım adı verilmektedir. Bu yöntem, bağ dokudaki veya vücudun bağlantılı dokularındaki tansiyonu serbest bırakan manipülatif bir vücut çalışmasıdır. Bu vücut çalışması yöntemi daha güçlü dokunuşlar gerektirir.

Upledger’in dördüncü tekniği rahatlama pozisyonudur. Bu teknik, hastanın vücudunda sakatlanmanın olduğu bölgeyi takip ederek o bölgeyi tutmayı içerir. KSR aniden durduğunda terapist, travmanın serbest bırakıldığını anlar.

Son teknik de, somatik-duygusal rahatlamadır. Bu teknik Upledger tarafından geliştirilmiştir ve krainosakral terapinin bir dalıdır. Vücuttan ve zihinden, travmanın kalıcı etkilerini ve "dokularda kilitli kalan” yaralanmaları çıkarmak için uygulanır.

Seansın ücreti, tedavinin sonuçlanması için gereken zamana ve terapistin niteliklerine göre değişir. Eğer terapi lisanslı bir sağlık uzmanı tarafından uygulanır ve saptanırsa, seans ücreti sigorta tarafından karşılanabilir.

Kraniosakral Terapinin Kökeni
Bel kemiği sinirlerinin hareketine ve bunun hayata berraklık ve "kalbe huzur getirmesindeki” önemine ilişkin ilk yazılı kaynak, Çin’deki 4000 yıllık bir metin olarak bulunmuştur. Kraniosakral çalışma, "dinleme sanatı” olarak belirtilmiştir. Ortaçağdaki çıkıkçılar da, vücudun hafif hareketlerini hissetmişlerdir ve bu hareketleri, çatlak ve çıkıkları düzeltmede ve baş ağrılarını tedavi etmede kullanmışlardır.

1900’lerin başlarında, Amerikalı bir kemik hastalıkları doktoru olan Dr. William Sutherland’ın araştırması, kafatası ve leğen kemiğinin hareketlerini detaylı olarak anlatmıştır. Araştırmasından önce, kafatası, katı ve hareketsiz bir kütle olarak düşünülüyordu. Daha sonra Sutherland, kafatasının aslında doku katmanları ile bağlı 22 ayrı hareketli kemikten oluştuğunu açıkladı. Bu çalışmasına kafatası osteopatisi adını verdi. Amerikalı bir kiropraktör ve Sutherland’ın çağdaşı olan Nephi Cotton, bu yaklaşıma kraniyoloji adını verdi. Bu iki ilimin doktorları, bu orijinal yaklaşımları inceledi, geliştirdi ve çalışmalarını, sakro-oksipital teknik, kraniyal hareket terapisi veya kraniosakral terapi olarak yeniden adlandırdılar. 

Bir kemik hastalıkları doktoru olan Dr. John Upledger ve Michigan Eyalet Üniversitesi’ndeki ve Osteopatik Tıp Koleji’ndeki Biyomekanik Departmanı’nda bulunan diğerleri de Sutherland’ın araştırmasını öğrendiler ve daha da geliştirdiler. Upledger, çeşitli kemik hastalıkları doktorlarının klinik gözlemlerini araştırdı. Bu araştırma, Upledger’ın kraniosakral terapi adını verdiği çalışmasının temelini oluşturdu.

Kraniosakral Terapinin Faydaları
Upledger’a göre kraniosakral terapinin olumlu bir şekilde uygulanabileceği durumlar, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, baş ağrıları, kronik orta kulak iltihabı, ağrı ve genel sağlık korumadır. Bu terapi, otizm, fibromiyalji, kalp hastalıkları, osteoartrit, akciğer iltihabı, romatizmal eklem iltihabı, kronik sinüs enfeksiyonları ve gastroenteritides (mide ve bağırsak yangısı) için tavsiye edilmektedir. Aynı zamanda, kronik yorgunluk sendromu, sırt ağrısı ve adet düzensizliği tedavileri için diğer terapilerle birlikte uygulanmaktadır. Bunlara ek olarak, diğer kraniosakral pratisyenleri, gözlerde işlev bozukluğu, yazı körlüğü, depresyon, motor koordinasyonu zorlukları, temporomandibular eklem bozuklukları (TMD), hiperaktivite, kalın bağırsak sancısı, bebeklerde astım, floppy baby sendromu (hipotoni), boyun incinmesi, beyin felci, bazı doğuştan gelen özürler ve diğer merkezi sinir sistemi bozuklukları için de bu terapinin faydalı olduğunu belirtmişlerdir. 

Kraniosakral Terapide Dikkat Edilmesi Gerekenler
Bu nazik uygulama çoğu durumda oldukça güvenlidir. Ancak, kraniosakral terapi, akut sistemik enfeksiyonlar, sonradan oluşmuş kafatası kırıkları, intrakranial kanamalar veya damar genişlemesi veya medulla oblongatanın (beyin sistemi) fıtıklaşması durumlarında tavsiye edilmemektedir. Kraniosakral terapi, diğer tıbbi yaklaşımların kullanımını engellemez. 

Yan Etkileri
Bazı kişiler, tedaviden sonra hafif bir rahatsızlık hissedebilir. Bunun sebebi, bir travmayı veya sakatlığı tekrar yaşamış olmak olabilir veya önceden hissizleşmiş olan bir bölge tekrar hayata dönebilir ve daha hassas bir hal alabilir. Bu yan etkiler geçicidir. 

Araştırma ve Genel Kabul
Kraniosakral terapinin çeşitli etkileriyle ilgili olarak 40’tan fazla bilimsel makale yayımlanmıştır. Aynı zamanda bu terapi üzerine 10 adet yetkili okuma kitabı bulunmaktadır. En fazla göze çarpan bilimsel makaleler arasında Viola M. Fryman’in, 1,250 doğuştan kusurlu yeni doğan çocuğun başarıyla tedavi edilmelerini konu alan çalışması yer almaktadır. Edna Lay ve Stephen Blood TMD üzerindeki etkilerini göstermiştir ve John Wood psikiyatrik bozuklukların tedavi sonuçlarını belgelendirmiştir. Amerikan Diş Hekimleri Birliği, kroniosakral terapiyi ortodontik çalışma için oldukça etkili bulmuştur.

Biz Almanya’ya gideceğiz de bu terapi sürekli yapılmalıymış. Benim canım dostum, bana göre gelmiş geçmiş en muhteşem fizyoterapist, sabır küpü, ışık arkadaşım, kalp yoldaşım, güvendiğim en mühim şahıslardan Özkan Başoğul’u aradım. Özkan sana bir derdimi anlatacağım, durumumuz bu şekilde acil kranyosakral almak istiyoruz ne yapmalıyız sence..Bize ne dedi sizce??? Ben yapıyoruuuumm…..O anda aldığım en özel hediyelerdendi sanki.. Ama kırk yıllık gönül dostu kardeşimin bunu yaptığını bilnmiyorum, düşünebiliyor musunuz ne acı bir durum. İnsan başına gelmeyince bunca bilgiyi es geçiyor işte…Canı durur mu, hiçbir insana kıyar mı, hemen atladı geldi bize işte. Şimdi siz tomografileri çektirip sonuca bağlayın hemen başlayalım dedi…
Tomografi günü geldi çattı…
Devlet Hastanesinde tomografi çektirdik yavrumuzu, gözlerimiz öyle endişeli, kalbimiz öyle korkaktı ki..Sonucu bekliyoruz şimdi..Bildiğim bütün duaları okuyorum, her an İsmail’e soruyorum. Canım ne olacak sence , ne çıkacak sence ???
Bir tanem kocamın kafasını hiç bu kadar yerde görmemiştim, üzgün üzgün duruyor ve küçük çocuk çaresizliğiyle bekliyordu…
Biz Çağatay’la eve döndük. İsmail sonucu bekliyor. Tomografiyi almış ve nöbetçi doktora okutmuş. Doktor berbat demiş, resmen berbat. Tüm kemikler birbirine yapışmış. Kemik aralarında hiç boşluk yokkk………
Kocam eve geldi, mahvolmuş, dağılmış durumda. Ağzını bıçak açmıyor.hepimiz küçük çocuk gözleriyle ona bakıyoruz. Ne olmuş İsmail ???? Ses yok, nasılmış İsmail ses yok ???
Bir şey söylesene, seni ne zor buldum ben bu gidişle seni de kaybedicem sanki. Annem babam yanımızda kimsede tık yokk..
Gece saat 2 ‘de kalkıyorum oğlumu emzirmeye, emzirdikten sonra tuvalete giriyorum. Saatler geçmiş sabahın 6 ‘sı olmuş, ben hala tuvaletteyim. Hangi dünyadaydım o ara ne düşünüyor ve ağlıyordum , kimse görmesin diye tıkıldığım tuvalette anlamyorum kiiiii…….
Pazartesi Dr. Ülfet’e gittik koşarak. Şimdi biz bu ameliyatı yaptırmak için nereye gideceğiz diyerek. Merak etmeyin bu konunun Türkiye’de ki uzmanı İstanbul Kartal Araştırma Hastanesinde Dr. Tufan Bey var. Hemen onu arayalım gidin ve ameliyatınızı olun dedi…Sağolsun aradı ve randevu aldık ancak bir süre sonraya..
Anneme dedim ki anacığım ne olur ne olmaz, bu yavrunun bebek mevlüdünü yapalım da duası olsun..
Karar verdik mevlüd yapmaya. Apar topar toplandık , kurbanımızı kestik. Eşi dostu çağırdık. Derdimizi kimseye anlatmıyoruz, bırak anlatmayı belli bile etmiyoruz. Bizim ailenin bir yapısı vardır. Kan kusacak kızılcık şerbeti içtim diyeceksin, az mı uğraştı Mehmet Hocam beni yetiştiriken, duygularımı dile getirebilmeye, hatırlıyorum da ses tonunu hiç beğenmiyorum derdi yıllarca. Yani git şan dersi al anlamında değil, ses tonun duygularını ifade etmiyor dümdüz, ifadesizsin derdi yani.
İfadesizdi işte ama burada kalbi de sakladığım ortaya çıkıyordu. Bunu öğrenmek daha sonra çooook işime yaradı. Oğlum için yaptığım çalışmalara da, danışanlarımın kalbini anlamamıza da…
Mevlüdümüzü kalabalık bir şekilde yaptık. Oğlumuzun başında sürekli şapkası vardı. Bir iki kişi bir yerlerden duymuş, kenara çekip bize soruyordu. Benim ağzımı bıçak açmıyor. Daha belli olan bir şey yok diyorum sadece.Nasıl belli olan bir şey yok. Belli etsene duygunu ne olacak sanki. Ama birine kalbimi açsam hiç durmadan ağlayacağım ve krize gireceğim gibi…..
Daima çok güçlü biri olarak adlandırıldım ben. Halbuki güç erkeğe özgü bir vasıftır. Kadın kalptir, güçsüzdür ve sevgi temsili için yaratılmıştır. Çok güçlü olmanın hayatına güç gerektiren dersler getireceği inancındayım ayrıca etrafındakileri güçsüz bırakacağı da muhtemel olandır. Zamanla bir kadın için gücün hayatından neler götürdüğünü de çoook seyrettim ben. Nerede güçlü bir kadın varsa, orada erkek ilişkilerinden yara ve acı almış hikayeler vardır.
Bayılırım hediye almaya ve hediyeleri açmaya. Oğluma ne güzel ciciler gelmişti, iyi günlerde giysin dilekleriyle……
Her şeyi kesintisiz organize ettik. İçimiz kan ağlarken, dışımızla gülerek..
Akşam oldu ilk işimiz oğlumuzun başını ölçmekti. Ama sonuç hep aynı tek bir milim büyüme yooooookkkkk.
O anda evrenden tek talebim , çocuğumuzun başının milim milim büyümesiydi. Bir baş ne bir kafatası bu kadar mı önemliymiş yüce yaratıcım. Kızım büyürken İsmail her ay başını ölçerdi hiç anlamazdım neden olduğunu. Şimdi çok iyi biliyorum bu ölçümün önemini.
Ameliyat için randevu günümüz gelene kadar, deli gibi çalıştık eşimle iş yerlerimizde. Bizim için en büyük motive işimiz oldu daima. Bir kişiyi şifalandırmak ya da yüzünü güldürerek bir kişinin yaramıza ilaç oluyordu. Her kesin buyrulan ibadetlerden hariç kendine özel ibadetleri vardır bence. Benim için ibadetin bir anlamı da anın içinde kalabilmektir. Anın içinde kaldığında Allah yanındadır. Geçmiş ve gelecek kaygısı yok olur. Kaygı olmadığında nifak, kızgınlık, sevgisizlik ortadan kalkar. Ben bunu işimde çok hissederim. Danışan geldiğinde direkt olarak başka bir dünyaya geçerim, tek odağım danışanım ve bendir. Harika bir dünya sanki dünyadan kopuyorsun ve sadece oraya odaklanıyorsun…
Sevgiyle bağlı olduğum işime, beni tercih edip gelen tüm danışanlarıma yürekten şükranlarımı sunuyorum. Her danışan geldiğinde kendimden bir pay bulup arkalarından onların bazen haberi bile olmadan çalışmalar yaptım. İnancım karşıma çıkan herkeste biraz ben vardır. Evrende tesadüf yoksa benim onlara öğrettiğim bilgilerin yanında, onların da hayat hikayeleriyle bana bilmeden anlattıkları bir öğreti saklıdır ve vardır. Nede olsa hepimiz görünmez iplerle birbirimize bağlıyız.


-