8 Haziran 2014 Pazar

Toprağın Annesi Fatma'nın Ölümü ve Restauranttaki Acı Anımız

Geçen Pazar gününden beri içim buruk acı dolu, hüzün ve hastalık içindeyim.

Geçtiğimiz Pazar günü neşe içinde ailece İstanbul’a  rolfing gittik.  Bir süredir Almanya’dan gelen Tom ile üç haftada bir Çağatay’a rolfing alıyoruz. Rolfingin içeriğini yazımın sonunda sizle paylaşacağım. Brezilya’ya da birlikte gittiğimiz arkadaşımız Filiz ve oğlu Çınar'la da birlikteydik. Tom Çağatay’daki güzel değişiklikleri bize gösterdi, sabır istiyor, hepsi olacak ama sabır en zorudur dedi. Sabır benim yıllarca hiç bilemediğim bir duygudur, sınavımız oldu şimdi ne yaparsın öğreneceğiz. Rolfing uygulamasını Türkiye’ye getiren Filiz Hanım’da harika bir insan, en azından biz güzel anlaşıyoruz, gönlü geniş, çocukları çok seviyor. O gün Çınar ve Çağatay’ı elinden düşürmedi. Onlar iyileşsin diye gözlerinin içine bakıyor. O gün eşim, ben, kızım, oğlum gitmiştik İstanbul’a . duyduğumuz gelişmelere sevinip, yemek yeyip evimize dönelim dedik. Edirne’de yaşayıp, her hafta başka bir çalışma için İstanbul’a ve diğer şehirlere gitmek de bizim için maliyetli, meşakkatli bir yolculuk, neyse artık hayat tarzımız oldu. 7 gün 24 sat hareket halinde olmak.

Yemek yiyeceğimiz yere vardık, yıllardır aynı yerde balık yeriz.  Yanımızdaki masada yabancı uyruklu, yaşlı bir aile vardı. Bir köşe masaya oturduk. Çağatay bebek arabasındaydı. Karnımız tüm gün yolda olmaktan acıkmıştı, gittiğimiz yerin mezeleri de güzeldir, zevkle yemek yiyeceğimizi sandık. Yandaki ailenin karşı masada arkadaşları vardı.  Çağatay hiç görmediğim kadar mutluydu, kendi kendine sesler çıkarıp, şarkı söylüyordu. Onun keyfi bizi de keyiflendirdi. Bizim için küçücük hareketler, kocaman mutluluklara dönüşüyor. O arada yan masadaki beyefendi kalkıp arkadaşlarının yanına gitti, sonra başka masaya geçip garsonları çağırdı, durmadan söyleniyordu, eşi yanına gitti. Sesini yükseltmeye başladı. “Niye geliyor özürlüler buraya, evlerinde dursunlar, yemek yiyemiyoruz, keyfim kaçtı, görmek istemiyorum bunları burada, gitsinler kardeşim, gidecek başka yer mi kalmamış bu çocukla"  diye bağrınıyordu durmadan. Garsonlar da adamı sakinleştirmeye çalışıyordu, "aman efendim sakin olun" diye  O anda bir şok geçirdim, buz kestim, İsmail bir ara ne diyorsun sen diye adama çıkışacak oldu, susalım dedim sadece, göz yaşlarım akmaya başladı, öyle bir ağlama geldi ki durduramıyorum, boğazım düğüm düğüm, yemekler önümüzde. En çok kızımın hareketi koydu bana. Tabağını bırakıp öyle bir kardeşiyle yanımıza sıçrayışı vardı ki. Üzülme anneciğim, ben şimdi kardeşimi sustururum deyişi vardı, gözlerime mavi gözleriyle dolu dolu bakışı. Zaten diğer çocuklardan farklı yaşamı olmak zorunda olan kızım. Arkadaşları sürekli eğlenirken, o kocaman bir acıya ortak olmak zorunda kaldı, hep 100 almak zorunda hissetti kendisini, ben hiç böyle bir şey talep etmesem de bak ben başarılıyım üzülme anne der gibi, arkadaşları parkta oynarken, o hastane sokaklarında yanımda iştirakçi olmak zorunda ya da babasında kardeşinin iyileşme haberlerini anne hasretiyle beklemek zorunda kaldı. Anne benken, küçücük bedeniyle beni teselli etmenin ona kalması çok ağrıma gitti. Kardeşinin neyini susturacaksın evladım, o sadece şarkı söylüyor. Mutluluğunu mu susturalım şimdi onun, durduk yere birinin keyfi kaçtı diye. O anda kime hangi cümleyi sarf edesin. O kadar güçlü görünen ben, onlarca mendil ıslatarak sadece ağlayabildim. Yan masada iki küçük çocuğu haylazlık yapan başka bir bey, diğer beyin söylediklerinden etkilenip ayağa kalkıp, bebek arabasının içine baktı ters ters, bizim oğlumuza izinsiz bakma hakkını nereden bulduysa, sonra sustu ve yerine oturdu.

Bağrınan adamın arkadaşları yemekten kalkarken oğlunuzla gurur duyun, üzülmeyin boşuna dedi, eşi gelip kusura bakmayın daha önce alkol almıştı dedi, giderken kendisi de özür dilerim sizi ağlattım dedi ama benim göz yaşlarım dinmedi, dinemedi. Hepimiz sonsuz sessizliğe gömülüp, tabaklarımızı yemeden bırakıp oradan ayrıldık.