Hayat ne garip, Çağatay ve Çağatay ile yaşadıklarımız daha
da garip…
Öyle sayfalar, öyle dersler getirdi ki önümüze , her gün
yeni bir serüvendeyiz..
Bizim evimiz Yahudi mezarlığının yan tarafında, yıllardır
burada oturuyoruz. Her sabah kalktığımızda tarihi Yahudi mezarlığını görürüz.
Bağlantımızı hiçbir şekilde bilmeden buradan ev ve iş yeri aldık. Kuzenim
bilmeden yıllarca Almanya’da havra yanında oturdu, Musevilerin göçtüğü Granada’da
bilmeden okudu. Çok kişiden taşının
oradan oğlunuzu mezarlık etkilemiş hikayelerini dinledik. Ama mezarlıktaki
ağaçlardan gelen sabah ki cıvıldayan kuş sesleri bize daima huzur verdi, en
azından mezarlık bize daima dua etmemiz gerekliliğini hatırlatan iyi bir araç
oldu, hem aslında her nefes alış verişi bir ölüm değil mi? Her yeni sayfa
açılışı, eskinin ölümü değil mi? Ölümle yaşam bir elmanın iki yarısı değil mi,
iç içe birbirine geçmiş olan..
Babamın dedesinin ismi Yamenmiş, Erzincan Kemah’tan buralara
askerliğe gelmiş, bir daha memleketine dönememiş, Edirne’den babaannesi ile
evlenmiş, çocuklar 3-4 yaşlarındayken ölüp bu dünyadan göçmüş, kimdi ne idi, ne
değildi hiçbir zaman tam olarak bilemedik, bizim için bir gizemden ibaretti
sadece… Edirne’de herkes dedeme oralardan gelen babasından dolayı kürt Mehmet
derdi, bana da kürt kızısın sen der dalga geçerlerdi, küçüktüm ve alınırdım.
Şimdi bunun anlamsızlığını görüyorum. Yıllar geçti biz yarım kaldık o taraftan…
2.5 yıl önce çok sevdiğim, güvendiğim tarihle içiçe yaşayan bir insan bana o bölgede Türk Musevilerin
yaşadığını söyledi, sizde Musevilik olabilir dedi. Beynimde bir ampul yandı.
İçimde bir şey tamamlandı sanki tarifsiz anlamı yok...
Aile diziminde görülmeyen, unutulan, üstü örtülen her durumun
hayatımızda değişik şekillerde sıkıntı olarak ortaya çıktığı görülmüştür. Babam
yıllardır hareket eden duramayan birisi, Çağatay ile bambaşka durabilen birisi
haline gelse de sevgili hocam Dr. Mehmet Zararsızoğlu’nun daveti ile Türkiye’ye
gelen Albert Mach’a yine hocam babamı davetli olarak kabul etti. Belki diğer
iyiliklerinin yanında yaptığı yeni bir büyük babalıktı bize. İlk defa baba kız
bir çalışmaya katıldık, ilk dizim bize yapıldı ve karşımıza Museviler koyuldu, onların
bizi görün duygusu derindi ve bizim baba kız içimize işledi. O günden sonra
babam merkezinde durmaya başladı, artık yıllardır, özlemini duyduğumuz babamız
sürekli bir bağlanma ilişkisindeydi bizle. Onun bizle kuvvetli bağlanması,
benim oğlumla daha kuvvetli bağlanabilmeme yardım etmişti. Onun arkamdaki
desteğini hissedebilmek oğlumun durumunu daha baş edebilir kılmıştı benim için.
Bunları neden anlatıyorum, çünkü bu denklemelerin değişik
versiyonları mutlaka bizlerde var ve evlatlarımızda iz düşümlerini farklı
durumlarla yaşıyoruz. Mutlaka oğlumda da olduğunu düşünüyorum. Ancak kökünü
kabul edip bağlananlar, yaşamda güçlü olurlar , köklerimle bağım güçsüzse ağaç
gövdem zayıf ve cılız olur..
Geçenlerde bir rüya gördüm. Evimizin bahçesindeydik (bu
arada evimiz ve iş yerimiz aynı sitede) bloğun sonuna gelmişiz, yaşlı bir
amcayla tüm taşları kaldırmışız, yaşlı amca bak gördün mü artık eski taşlar
gidiyor, altından zümrüt yeşili taşlar çıkıyor diyor, tüm taşlar zümrüt
yeşiliydi gerçekten, büyük bir zevkle hepsini kaldırıyordum. Aradan bir gün
geçti ve Musevilerin, Avrupa’nın 3. büyük havrasının açılışı için Edirne’ye
geldiklerini duydum. Bu güne kadar oğlumun iyileşmesi için önce mensubu olduğum
İslam dini ile ilgili duaları, sonra tüm din ve mezheplerden duaları almıştık
oğlumuz için ama Musevilere ulaşamadık. Şimdi evimizin yan tarafına onlarca
minibüs olarak gelmişlerdi, heyecanla camdan onları seyrediyordum, sonra oğlumu
ve oğlumun yardımcısını alıp koşarak yanlarına gittim. Kötü niyetim yok,
oğlumun sizin dininizce de okunmasını istiyorum dedim. Belki içim bütünleşmek istiyordu
artık parçalarıyla ve bu gördüğüm rüya bana, bize bir işaret diye düşündüm. (Gördüğüm
tüm rüyaları dönem dönem değerlendirdim ve bana bilmediğim veya göremediğim kapıları
gösterdiğini fark ettim. İzin verdiğimizde Yaratıcı veya ruhum bizle konuşuyor,
bazen sıkıntılarımızı bazen yol haritalarımızı bize gösteriyor aslında. Yeter
ki tamamen zihin odaklı gitmeyi bırakıp arada içimizin sesine kulak verebilelim.)
İsmim Alberth saat 13.30’da Havraya gel dedi bir bey. Hazırlandık ve orada
olduk, Alberth ortada yoktu, ben ısrarla bu sefer bu iş bitecek diyorum,
insanlara derdimizi anlatarak ulaştık oradaki din görevlilerine veee mutlu son
, oğlumuz onlar tarafından benim de ismim alınarak okundu… Şimdi tam ve bütün
hissediyoruz tüm parçalarımızı..
Hocam Dr. Mehmet Zararsızoğlu bağlanmayan ayrışamaz der, bağlanmayı
reddettiğim gerçekliğime bağımlı ve gizliden esir olurum. İyi ki aile dizimi
var ve bize değişik gerçeklikleri ve derinimizi gösterip, yol bulmamıza pusula
olabiliyor. O an gerçekten ayrıştığımızı ve özgürleştiğimizi hissettim. Artık
mensubu olduğumuz dine bir adım daha yakın, bin adım daha bağlı hissediyorum.. Umuyorum,
oğluma şifa ve sevgi olarak geri dönecek bu dönüşüm. Bir anne olarak bana
düşeni görmem gerekeni görüp, elimden gelenin en iyisini yapmayı ve akşam bunun
konforuyla yaşamayı şifa olarak görüyorum. Çünkü elimde daha fazlası yok. Daha
fazlası Yaratıcının elinde sadece.. Tabiri caizse evimize oğlumuza
ziyaretçinin, en önemli misafirimiz olan Yaratıcının gelmesi için, evimizi
hazırlamak benim görevim, o ve yaşam sistemi izin verirse yolumuz açılacaktır…
Burada dinden bahsettim ama öyle çok bağlanamadığımız ve
ayrışamadığımız durumlarımız var ki, evlatlarımıza yansıyan… Bir hastalığa
sadece dışarıdan gelmiş olan bir bela olarak bakmak ve bununla direnerek
savaşmak, hastalığı büyüten bir unsurdur…
“Ne Türküm, ne Kürtüm, ne Musevi, önce insanım; olduğum gibi
kabul et ve kalbine al beni..”
“Al ki yeşerip büyüyeyim, senle el ele verip dünyamızı
yeşertelim”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder